Tarihi han büyük ihmale uğramış ve harabe haline gelmişti. Yerel yetkililer, yandığını dahi söylerlerdi.
Hanın çevresinde inekleri otlatırken, içeriye girer, labirent gibi bölmelerini dolaşırdık. Üst katın olduğuna dair bir iz, kalıntısı yoktu. Yalnız bodrum kata merdiven iniyordu. Merdiven mermerdi ve basamakları genişti. Basamaklara adım atmaya çekinirdik. Dehlize inen mermer basamakların, efsunkar bir havası vardı. Onun için tarihi kalıntıya “Korku harabesi” diyorduk.
Çocuk aklımızla, korku harabesinin içerisinde, esrarengiz olaylar gerçekleştiğini sanıyorduk. Bazı günler eşilmiş bölmelere rastlardık. Kuyu gibi eşilmiş yeri rastlayınca dehşet irkilmiştik. Bu kısımlara bir zaman yaklaşmazdık. Eşilen yerlerden kabartmalı taşlar çıkarıyorlarmış, onları bir yerlere verirlermiş. Taşta canlı figürü varsa o taşı kaçırıyorlar diye duyuyorduk.
Bu konuda çeşitli söylentiler kulaktan kulağa dolaşıyordu. Harabenin kabartmalı taşları da bize korku salmaya yetiyordu. Zaten arkadaşlardan bazıları ürker ve harabeden içeriye giremezdi.
Yolda bazen harabeleri soranlara rastlardık. Kardeşime denk gelmiş ve üç kişiye korku harabesini tarif etmiş. Hanı karşı tepenin sıralı kayalarını göstermiş. Yine harabeye geldiğimiz bir gün de kapısından çıkan üç kişinin kaçtığını fark ettik.
Harabe için “bir günde devri alem,” derdik. Yani bir günde, harabenin altını üstüne getirirdik. Duvara nişan alır ve taş atıp işaretlenen yeri vurma yarışı yapardık. Hava soğuk ise ateş yakar ısınır, ateşten atlama oynardık. Tehlikeli olduğu halde elimizde değneklerle ülkeler fetheden komutanın rolünde, kale komutanı haykırdı ileri, diye avazımız çıktığı kadar bağırırdık.
Değneklerimiz kılıç, taşlar ise bombalar oluyordu. Yabani bitkiler ve otlar attığımız taşlardan zarar görüyordu. Kardeşim otlar buraya eşmeye gelenler tarafından zaten eziliyor, dedi.
Harabede gece ışığın yandığını görür, sesler duyarmışlar. Bazen bu sesler bağrışmalar şeklinde gerçekleşirmiş. Bir iki arkadaş, harabenin seslerini dinlemek için geceye kadar beklemişler. O gece bir şey duymamışlar. Bu tür olayları da uydurduklarını düşünüyorum. O gün inekleri harabenin yakınlarına götürmüyorduk. Aradan birkaç gün geçmesini beklerdik. Çünkü söylentilerden çekinirdik.
Rüzgârlı bir günde de harabeye yaklaşmazdık. Harabeden gelen sesleri dehlizden salona çıkmış canavara ait olduğunu kabul ederdik. Rüzgârın peşine, yağmur yağsa ses kesilirdi. Canavar dehlize indi, derdik.
Kardeşim “karanlık canavarları” derdi. Karanlık canavarları sessiz, ince uzun ve başları sarılıydı. Genelde yalnız harabeye girer ve çıkarlardı. Zarar verenin bunlar olduğuna inanırdık. Fakat onlardan çok korkardık.
Harabeyle ilgili hikâyeler çoktu. Herkes uydurduğu bir hikâyeyi anlatırdı. Harabeden şehrin kalesine geçit varmış, derlerdi. Böyle bir geçit olayı aramızda, hiç gündeme gelmezdi.
Harabeyle olan bağımız şehre gidince kesildi. Daha sonra da unuttuk.
Harabenin ayakta duracak hali kalmamış, sesi kesilmiş, diyorlardı.
Hasan TANRIVERDİ