Bizim gibi sade halkın çok sonraları farkına varabildiği bir dönüşüm yaşanıyor ülkemizde.
Bu dönüşümü önceleri Irak da sonraları Tunus,Mısır ve Libya’daki dönüşümleri görerek ve Suriye’deki olayları izleyerek daha iyi anlıyoruz.
Önce Irak’da ve sonra Libya’da kanlı yaşanan dönüşümler Tunus ve Mısır’da daha hafif geçti ya da geçmeye çalışıyor.Çünkü işler henüz durulmuş değil.
Irak’ın dönüşüm süreci doksanlı yılların başlarına gitse bile diğer ülkelerde ki dönüşüm başlangıçları iki bin dokuzlarda başlıyor.En azından gün yüzüne çıkmasını bu tarihler olarak biliyoruz.
Ülkemizin dönüşüm süreci diğer ülkelerin aksine oldukça sakin geçiyor.Bunda elbette ülkemizin tarihi derinliği ve nispeten bir karış daha gelişmiş demokrasisine bağlamak mümkün.
Ve şunu da ilave etmekte fayda var…Ülkemizde ki dönüşüm süreci yetmiş yedili yıllara kadar gitmektedir.Yazımı okuyan okuyucularımın büyük bir çoğunluğu bıyık altında güleceklerdir.İstediğiniz gibi gülmekte özgürsünüz…Yazımın bundan sonrasını keyifli ve sevimli bir komplo teorisi olarak okuyabilirsiniz.
Anlatayım; Yetmişyedi de Kenan Evren ve arkadaşları ihtilal kararı aldıklarında elbette olayların seyrinin buraya kadar geleceğini bilemezlerdi.”Netekim” ihtilali anarşi gerekçesi ile yapıp ekonominin iplerini liberal muhafazakar Turgut Özal’a verdiklerinde aynı zamanda kendilerini besleyen,destekleyen ve mali güç veren İstanbul Dükalığının(TÜSİAD) altının oyulmasının düğmesine basıldığını nereden bileceklerdi!
Zira Turgut Özal Anadolu’ya mali yönden desteğini artırdığında ileri de Erdoğan’na destek veren muhafazakar zenginlerin palazlanmasının da yolunu açmış oluyordu.Yine yirmi sekiz Şubat süreci Tayyip Erdoğan’ın yolunu açacak olayların başlangıcı olduğunu hepimiz biliyoruz.Kaldı ki rahmetli Ecevit’in başbakanlığın da başına gelenlerin normal olaylar olmadığını da biliyoruz.
Uzun-uzun bu süreci anlattığımız da biliyorum ki sayfalar sürecek ve ben yazmaktan siz okumaktan bıkacaksınız.
Şöyle diyelim; Geçmişte ülkemiz yönetimini elinde tutan ordu,sermaye,bürokrasi ve yargı dörtlüsünün içinde sistemle ters düşen kesim yoktur.Şunu da biliyoruz ki bu dötrlünün biri (sisteme göre)aksadığında diğerlerini de dumura uğratır.Dolayısıyla bir sistemi etkisisleştirmek için önce sermayeden işe başlamalıdır.İşte Turgut Özal’da bunu yaptı.Bence Turgut Özal bunu biliyordu.
Sonra yirmisekiz Şubat süresince ordu içindeki gruplar deşifre edildi.Zira eğer yirmi sekiz Şubat olmasa idi ordu bu denli cuntalaşamazdı.Balyoz,Sarı kız gibi darbe planları bu denli acemice ve aşkar yapılamazdı.Ve mutedil ve muhafazakar halkın ordu üzerindeki nispeten olumlu düşüncesi de bu denli kırılamazdı.
Buraya kadar özetlersek;Turgut Özal vasıtası ile sermaye yani İstanbul dükalığı tasfiye edildi.Yirmisekiz Şubat süreci yaşatılarak ordu içindeki cuntaların tasfiyesi yolu açıldı.
Bu iki güçlü kurum ve kesim tasfiye edilince geriye pek birşey kalmıyor.Nitekim diğerleri için sadece zaman ve süreç olmaktan öte birşey olmadı. Şimdi gelelim konunun başlığına ;Bu “kör döğüşü mü olacak?” diye sorduk.
Bir an Mısıra dönelim.Ordu ne söz verdi, ya da tersten soralım,halk ne için Tahrir Meydanında toplandı? Özgürlük ve demokrasi için değil mi? Irak için,Tunus ve Libya için de aynı şeyleri soralım…Yarın Suriye için de aynı şeyi soracağız,”bütün bu kan akıtmalardan ve kör döğüşünden sonra gercekten özgürlük ve demokrasi gelecek mi?”…Maalesef hayır.Sadece iktidar el değiştirmiş olacak,o kadar.Çünkü özgürlük veya demokrasi pazardan satın alınamayacağı gibi talep de edilmez.Hissedilir ve yaşanır.
Bana şu soruyu sorabilirsiniz, “dünyada yapılan bütün özgürlük savaşlarını çöpe mi atacağız?” Elbette hayır,ama bir halkın işgalciyle olan mücadelesi özgürlük mücadelesi değil kurtuluş mücadelesidir.Bir şeyden (kurtuluş)kurtulmak başka şeydir,zgürlük ve dmokrasi başka birşeydir.Mesela Cezayir Fransaya karşı verdiği mücadele sonunda özgür oldu mu Siz bu sorumun cevabını düşünürken bir başka sorumu da soracağım.Fransa kendi içinde krallığa karşı verdiği özgürlük(!) mücadelesi sonucunda halk gerçekten özgürlüğüne kavuştu mu?
Diyeceksiniz ki nereden nereye geldik.Türkiyeden başladın Cezayiri geçip Fransız ihtilaline vardın.
Peki,size “pat” diye bir soru sorarak ülkemize dönelim…”Dönüşüm süreci sonucunda gerçekten ülkemize demokrasi geleceğine inanıyor musunuz?.Eğer inanıyorum derseniz size ikinci sorumu sormak sorundayım…”Peki,ne değişti de demokrasi geldi ya da gelecek?”
Elbette ki demoklesin kılıcı gibi tepemizde duran ordunun ve bir takım gizli ellerin korkusu nispeten gitti ve daha bir korkusuzca konuşup,yazıyoruz.Lakin bütün bunların yanında mesela hala “ataerkil” bir parti yapımız yok mu Ve birilerinin gıdıklaması ya da koltuk atması ile terazinin öbür kefesine ağırlık verip “güçlü iktidarın” gücünün fos diye sönmeyeceğini kim garanti edebilir?
Sözün özü; Vatandaş olarak demokrasi yaşam biçimimiz olmadığı sürece fethedilen kaleler gibi Ankara’nın el değiştirmelerini daha çok seyreriz…Tabiki ömrümüz olursa…