“Ben ölümden korkan birisi değilim. İzzete kavuşma ve hakkı ihya etme yolunda ölüm, ne kadar da kolaydır…” Hz. Hüseyin (r.a.)
Zulmün küreselleştiği ve kanıksandığı günümüz dünyasında çocuklar cellâtlarıyla aynı mekânda yaşıyor…
Görmeyen birisine veya topluma bir şeyi göstermek veya bir şeyin farkına vardırmak kolaydır ama görmezden gelenler için yapılan tüm çabalar nafiledir…
Gündüzün aydınlığına aldanıp gecenin zifiri karanlığına hazırlık yapmayanlar, karanlık çökünce birbirilerine çarpmaktan başka bir şey yapamazlar!
Âdem’in (a.s) dünyaya gelmesi ile egemenlik sorunu oluştu yeryüzünde…
Her egemenin gelişi ve hüküm sürmesi ayrı entrika ve usullerle olmuştur…
Ve genellikle başkalarının gözyaşı ve hayatı üzerine kurulur egemenlerin egemenliği…
Birileri ölebilir, birileri de onların naaşları üzerine egemenliklerini inşa edebilir. Peki, bu egemenliği inşa edenlerin vicdanını ne yaşatacak veya işgal ettikleri tarihin sayfalarında onları kim aklayacak…Öyle bir coğrafya düşünün ki insanı, kinlerinden ötürü değil tüfek ve bıçağı, çatal ve kaşığı dahi linç ve öldürme aleti olarak kullanabiliyor… Enteresandır ki Fetvaları bile, her iki taraftan sadece biri dinlenerek veriliyor…
Şayet karşınızdaki İbrahim ise İsmail’i bir tavır sergilemeniz doğaldır. Yok, eğer karşınızdaki Firavun ise o zaman Musa’vari, Nemrut ise İbrahim’i, Ebu Cehil ise Muhammed’i bir tavır ve duruş sergilemeniz gerekir. Bu bir isyan değil, hakkı inşa için Hak adına, Hakk’ın düsturlarıyla mazlum halkın haklı bir başkaldırısıdır.
Savaşta bacağından yaralanıp topal kalan ve Topal Timur anlamına gelen Timurleng lakabıyla nam salan Timur ile sol gözünde doğuştan bir leke olan ve az gören bu gözünden dolayı hasımları tarafından “Kör Beyazıt” olarak anılan Beyazıt, Çubuk ovasında karşılaşmış ve malum olduğu üzere kazanan taraf Timur olmuş. Ordusu dağılan Yıldırım, esir edilince Timur’un huzuruna çıkarılmış. Ordusu dağılan Yıldırım, esir edilince Timur’un huzuruna çıkarılmış.
Timur onu görünce gülmeye başlamış, bu gülüş Yıldırım’ı çileden çıkarmış.
— Bre zalim, Allah’ın bedbaht ettiği ile istihza etmek ne fenadır, demiş.
Timur işte o sırada gülmeyi kesip o ünlü sözünü söylemiş:
— Sana değil, Allah’ın bu dünyayı senin gibi bir kör ile benim gibi bir topala bırakmasına gülüyorum!
Fakat bahtsızlığımıza bakın ki asrımızda, fiziksel körlük ve topallık değil de; düşünsel ‘körlük’ ve ‘topallığa’ bir de hakkı duymama ‘sağırlığı’ eklenmiş. Bu ‘kör’, ‘topal’ ve ‘sağırlar’ bir değil, bin ve egemen. Asıl sorun da bu.
Şu yapmacık kardeşlik-insanlık hikâyesinden dem vuranlar yok ya; inanın zalimin zulmünden çok, onlar canımı yakıyor-sıkıyor… Olacaksanız Ensar gibi kardeş olun kardeşim, başka kardeşlik bize lüzumsuz ve anlamsız gelir. Ama dindarların yerini din bezirgânları almışsa, bu isteğinizde de ‘yanlış’ anlaşılabilir ve bu isteğiniz hayatınıza mal olabilir…
Rivayet edilir ki: Laplace’in Göksel Mekanik adlı yapıtını okuyan Napoleon, kitapta Tanrı’dan hiç söz edilmediğini söyleyince; ünlü astronom, “Öyle bir hipoteze/ varsayıma gereksinimim olmadı,” diye karşılık verir. Tanrı’ya inancın yersel buyurganlara büyük güç sağladığı görüşünü taşıyan Napoleon ile dönemin ünlü bilim adamı arasında geçen bu konuşma; Teoloji ile bilim arasındaki ilişkiyi yalın bir biçimde ortaya koymaktadır.
Fakat her ne kadar din ve bilim dünyaları birbirinden açıkça farklı iseler de, aralarında güçlü karşılıklı ilişkiler ve bağımlılıklar vardır. Her ne kadar din, hedefin ne olduğunu saptasa da, hedefe nasıl ulaşılacağını bilimden öğrenmiştir. Ama bilim yalnız emelleri, gerçekleri ve anlamayı kendine ilke edinenler tarafından yaratılabilir. Bu hissin kaynağı “Dindir”’. Akıl ve mantık da bu güçlü imana hizmet eder. Ben bu bağlamda imanı güçlü olmayan gerçek bir bilim adamı düşünemiyorum. Bu durumda diyebiliriz ki: Dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır/eksiktir. (Einstein)
Evet, Einstein demiş demesine de, kim dinler onu!
Bakın, semavi oldukları iddia edilen üç din vardır: Yahudilik/Hz. Musa, Hıristiyanlık/Hz. İsa ve İslam/Hz. Muhammed (a.s.)
Yahudilikte; ilim çok ibadet azdır, Hıristiyanlıkta; ilim az ibadet/ruhbanlık çoktur ve Peygamberimizin tanımı ile İslam ise; bu ikisinin kıvamı/ortasıdır: Hem ilmi hem de ibadeti aynı oranda olan/olması gereken dindir. Peygamber (s.a.s): “(Ey) Osman, bizim dinimizde rahiplik yoktur, ruhbanlık yoktur, ibadete düşüp dünyayı terk etmek yoktur” demiştir.
Oysa ne tuhaftır ki bizler; her ne kadar Din’i ilimsiz değilse de dincileri ilimsiz ve her ne kadar ilmi dinsiz değilse de ilimcilerinin ‘dinden’ habersiz yaşadığı bir toplumda/dünyada yaşıyoruz. Tabii buna yaşamak deniliyorsa.
Evet, ilimsiz dinciler, ‘dinden’ habersiz ilimciler ve ‘sağır’ egemenlerin çağı olmuş çağımız…
Böylesi ‘Ucube’ bireylerin egemenliğindeki dünyadan/toplumdan ne beklenebilir ki! Biri kör; gerçekleri göremezken, biri topal olduğundan; görse dahi gerçeklere ulaşmamakta, diğeri sağır olduğundan dolayı hak ve hukuku işitemez.
Ne acı!
Nasıl ki Din ve dindarlık ‘dincilerin’ eliyle bitirilmek istendiyse/bitirildiyse, bir gün gelecek Demokrasi de ‘demokratların’ eliyle bitirilecektir…
Ve hazin son: Bu ‘Kör’, ‘Topal’ ve ‘Sağırların’ egemenliğinde, üç dinin arasına sıkışmış/sıkıştırılmış olan dünya, insanlığa ne verebilir ki! Böylesi bir dünyadan/topluluktan daha fazla ne beklenebilir ki!
‘Körlerin’, ‘sağırların’ ve ‘topalların’ egemen olduğu dünya ancak bu kadar olur…
Egemenlerin en kötüsü ‘Sağır’ olan egemenler olduğu gibi egemenliğin en kötüsü de ‘Sağırlığın’ egemenliğidir…
‘Sağırlardan’ kastımız, “… Kulaklarını mühürlemiştir… 2/7” anlayışı paralelindedir…
Dünya, tarihindeki ‘Körlerin’ ve ‘Topalların’ egemenliğinden kurtuldu ama günümüz ‘Sağırlarının’ egemenliğine teslim olacak kadar aciz durumda.