Bütün kişisel gelişim kitaplarına bakın, geçmişten bugüne kadar, iletişim becerilerinden, motivasyondan, etkin liderlik sanatına ve tekniklerine
dost kazanma yöntemlerine kadar insani boyutun ister istemez tökezlediğini görürsünüz.
İnsani boyuttan neyi kastediyorum?
İnsan sadece çalışan, üreten ve tüketen; yani iş (başarı ve kariyer dahil), market, mutfak, salon, yatak odası ve tuvalet arasında bir hortum değildir. İnsan bütün kainatın kendinde özetlendiği, kökleri geçmişte, gövdesi bugünde, duygu ve düşünceleri sonsuza uzanan bir ağaç gibi, bütün yaratıkların ağabeyi konumunda, sonluluğu içinde sonsuzu taşıyan, ‘göklerin hamilesi’ bir duygu, ruh ve kalp varlığıdır. Dolayısıyla insanın ruhunun ve duygularının tatmin edilmesi gerekmektedir. Bugünkü kişisel gelişim kültürü insanın bu temel ihtiyaçlarına (gıdalı bir yemek yerine krakerle açlığını bastırmak şeklinde benzetme yapabileceğim haliyle) cevap verememektedir. Şu soruyu iddia ile soruyorum: Mesela, insandaki geçicilik duygusuna, hayatın geçici olduğu, insanın ölümlü bir varlık olduğu duygusuna ve insanın bu konudaki büyük sorularına kişisel gelişim ne söyler? Yine iddia ediyorum ki bu sorulara verebilecek hiç bir cevabı yoktur.
Bu sistemde insanın en temel yarası olan ölümden sonrası yoktur. Sadece buradaki hayat vardır. Onun için de hayatı sonuna kadar kullanma çabası ve sıfırı nasıl tüketebiliriz esprisinin teknolojik açılımları vardır. Ben Tolstoy'u çok severim. ‘İtiraflarım’ kitabının Türkçe’de ilk defa ciddi anlamda geniş halk kitlelerine mal olmasında hatırı sayılır bir emeğim olduğunu söylemeliyim. Tolstoy'un şu temel insani sorusunu kendimizce yeniden soralım:
Çalışıyorum, gayret ediyorum, muazzam bir biçimde başarılı oluyorum. Büyük mücadeleler veriyorum, didiniyorum ama öleceğim. Peki niye? Yani ölmek için mi bunca didinme, bunca sıkıntı, bunca gayret, bunca kariyer, bunca çaba? Ne anlamı var bu kadar çalışmamın, didinmemin, emeğimin, kendimi yerden yere atmamın, dakik olmamın? Bu varoluşsal zehirli sorular karşısında bütün kişisel gelişim kültürü anlamını yitirir, susar ve tarumar olur. Kişisel gelişimin bu sorulara verecek cevabı yoktur. İşte ben diyorum ki sırf bu örnek bile insani/varoluşsal tarafının eksik olduğunu gösterir. Sadece başarıya odaklanmış, başarıyı da karizma, mali durum, iş hayatındaki başarı, daha çok üretim, daha çok verim, bir sınavı kazanmak gibi unsurlarla sınırlayan bir anlayış elbette insani değil.
Kişisel Gelişim’in adeta üzerine kurulduğu ana sütünlardan biri olan kişiliğin insanın sadece bir yönünü oluşturduğunu, İNSANİ GELİŞİM’in ise ruhsal, manevi, kalbi, fiziki, maddi, sosyal ve iktisadi gelişimin tamamını insanın temel soruları eşliğinde kapsama alanına aldığını söylüyorum. Burada örneğin, iktisat kelimesini özellikle kullanıyorum.
Çünkü bizim geleneğimizde ekonomi değil iktisat vardır. İktisat: kasıtlı davranmak, kasıtlı yaşamak anlamlarına da gelir. Aynı zamanda iktisadın özünde dikey boyutla bağlantılı bir tefekkür mevcuttur. Bir işi yaparken; bu işi yapmam doğru mudur, hak mıdır, yerinde ve anlamlı mıdır diyerek kasıtlı düşünüldüğünde bu bir iktisattır. Ekonomide ise sadece yatay eksende para, pul, pariteler, endeksler vs. vardır. Bu ve buna benzer pek çok sebep beni insanı bir bütün olarak kucaklayacak olan İnsani Gelişim Sistemi’ne yönlendirdi.
Kişisel gelişim Sistemi Türkiye'ye aktarılırken Amerikan modeli eksen alınarak olduğu gibi aktarıldı. Kitapları okuyun, kahir ekseriyeti John'a, Magi’ye hitap eder. Hal böyle olunca da "Coni’ye uyan Ali’ye ve Ayşe’ye uymuyor." Kendi tarihine ve toplumsal tecrübesine yabancı, bu ülkenin insanlarının mayasının neyle karıldığını hesap etmeyen,"şimdi ve burada"ya dayanmayan, temel anlayış kırılmalarını, paradigma farklarını hesaba katmayan, kavramlardan dile kadar olduğu gibi aktarıp hazırdan yiyen, sırf başkasının üzerinde iyi duruyor diye aynı elbiseyi bir diğerine giydirmeye çalışan ucuz ve pragmatik bir kişisel gelişim anlayışı bu önemli alanı yıpratmakta, yitiğimiz olan kimi insani güzellikleri reddetmeye kapı açmaktadır.
Hitap ettiğimiz topluluğun tarihi, duygulanım biçimleri, algı şemaları, ailevi eğitim tarzları, hassasiyet noktaları, ilgi ve bilgi düzeyleri, hangi medeniyetin çocukları oldukları, kurumsal yapılanmalarının ne üzerine kurulduğu, harekete geçme noktaları, inanç esasları, milli karakteristikleri, toplumsal ve kişisel zaaflarını tam anlamıyla kavranmadan; başka bir toplum havzasında bambaşka bir insan modeline özgü üretilmiş bir teori ve pratiğin olduğu gibi uygulanması en hafif ifadesiyle aymazlıktır.
Örneğin; Amerika bir hırs, güç, imaj ve rakam toplumudur. Ancak bizde genel olarak kanaat, şefkat, tevazu, haddini bilme, öte dünya eksenli düşünme önemli bir yer tutar. Acaba bu topraklarda kişisel gelişimle herhangi bir şekilde ilgilenen kişilerin kaçının en az Anthony Robbins'i bildiği kadar İbn-i Sina'yı, Gazali'yi; Covey'i okuduğu kadar Kınalızade Ali Efendi'yi, Peter Drucker'ı tanıdığı kadar Suhrevedi'yi okumuşluğu vardır. Hadi geçiniz uzak geçmişi, en azından Cumhuriyet yıllarının büyük alimlerinin ve günümüz düşünürlerinin eserlerini incelemek, buradan hareketle orijinal ve yerli bir "İnsani Gelişim" kültürü geliştirmek gibi bir derdi, çabası vardır?