Yaşama içgüdüsü mü yoksa var olmayı daha somut hale getirmek mi?
İnsan belli bir bilinç seviyesine geldikten sonra düşünmeye sorgulamaya ve kendine bir kimlik oluşturmaya başlar. Bu oluşum aşamasında aslında kişinin benliğine uygun olan veya olmayan durumlarda ortaya çıkar. Bu durumu kısmen kişinin kendi öz sınırı olarak da tanımlayabiliriz. Bu bireysel sınır durumları kişiyi bazı prensipler oluşturmaya itebilir. Aslında kişinin kendi içinde ortaya çıkan bu kurallar yaşadığı ve gördüğü durumlara göstereceği duygu ve davranışta da etkili olabilmektedir. Peki, kişi iç Dünya’sında sınırlarını, kurallarını belirleyip kendi çerçevesini oluşturduktan sonra dış dünyada olan olaylara karşı verdiği tepkiler hep aynı çizgide mi devam ediyor? Bu sınır çizgisinin, kişinin kendi çerçevesinin ipine ne kadar bağlı olduğu ile alakalı gözükse bile deneyimlenen olaylar ve buna bağlı hissedilen duygular sonrası o ip çerçeveden kopabiliyor. Ruhsal olarak sağlıklı bireylerin dahi bazı durumlarda sınır çizgisini gevşettiği hatta istikrarı ciddi şekilde kaybettiği olabiliyor. Bazı durumlar kısmı burada önem arz ediyor. Şöyle düşünebiliriz dış dünyanın istikrarının bozulması iç dünyanın düzenini de bozabiliyor. Bunu şöyle örneklendirebiliriz. Kişinin bulunduğu ülke de yaşanan ekonomik bir kriz bireylerin yaşam standartlarını etkilemeye başlıyor. Oluşan ekonomik buhran tüm toplumu etkilediği için ortak bir tepki mekanizması doğuyor. Buna bağlı olarak krizden sorumlu tutulan yetkili kurumlar ve kişiler toplumun tepki gösterdiği ortak hedef haline geliyor. Bu aşamada bireylerin isyanını gösterme şekilleri de birbirine benzemeye başlıyor diyebiliriz. Bireysel olarak yaşadığımız bir krizi kendi çerçevemizle istediğimiz gibi yönetebilsek bile toplumsal olarak ortaya çıkan bir krizde toplumun gösterdiği çoğunluk davranışa “ayak uydurmaya” çalışabiliyoruz. Gösterilen tepkinin kolektifleri tepkinin görünürlüğü ve oluşturduğu farkındalık açısından önemlidir. Bu nedenle kendi çerçevemize uzak bir davranış olsa bile bu davranışı gerçekleştirmekte zorlanmıyor veya bir sınır problemi yaşamış gibi hissetmiyoruz. Hatta tam tersi bir şekilde kendimizi “zincirlerini kırmış” gibi hissedebiliyoruz. Peki, bir anda duygularımızın bize uymayan ve kendi kodlamamızda bulunmayan bu davranışları olumlamasının sebebi kişinin sadece kriz ile beraber ihtiyaçlarını karşılayamayarak yaşama dair gösterdiği bir içgüdüden mi ibaret yoksa kendini somut olarak var olduğunu mu göstermek? Burada yapılan isyan bir var olma isteği ile karışıyor diye düşünüyorum. Zincirlerini kırmış gibi hissetme durumunun da var olma isteği ile bağlantılı olması muhtemel. Daha çok “ben de buradayım, ben de varım” düşüncesi bu durumu ortaya çıkarıyor olabilir. Sonuç olarakverebileceğimiz tepkiler daha önce hiç göstermediğimiz tarzda kendini gösterebilir. İnsanın kendi varlığını göstermesi ve somut bir biçimde ben buradayım diyerek çerçevesinden çıkabilmesi normal olabilir. Bu farklılığı canlı hissetmek olarak da açıklayabiliriz. Bazen öz kimliğimiz canlı hissetmemize yetmeyebilir ancak toplum ile beraber ortak olarak gösterdiğimiz tepki de kendimizi toplum ile gölgeleyerek bu canlılığı hissedebiliriz. Gösterebileceğimiz tepkilerde daha önce bunu hiç yapmadım veya bana yakışmaz diye düşünmekten ziyade duyguların isteklerine yönelmek ve onu zihnimizin hayal dünyasına sıkıştırmadan ortaya çıkartmak daha iyi olacaktır diye düşünüyorum.
Farklıtepki verdiğimiz durumları ve bu duruma verilen tepkimizin zamanını fark etmek gerekiyor. Sonuç olarak kendimizi net bir kalıba sıkıştırmamak veya “ben böyleyim, bunu yapabilmek bana göre değil” demekten ziyade o kalıbı kırıp içinden istediğimiz zaman çıkabileceğimizi artık anlamamız gerekiyor.
Uzm.Kln.Psk.
Edip Eral Gelbul