Bana dayatılan bir gündem var. Bolca dallanıp budaklanmış. Pahalılık, mülteci sorunu veya Türkiye yüzyılı…
Kendimi hepsinden soyutluyorum. Ancak istisnası var, kırk dereceyi geçen sıcaklık. Çünkü ben unutmak istesem de o bir saniye ayrı düşmüyor benden…
İkimiz kötü bir ikiliyiz…
Başbaşalığımız ümit kırıntısı bırakmıyor…
Mesela artık yaş almamdan mütevellit aramız bozuk. Başkalarına da kötü geliyor onun bu kadar yükselmesi. Sıcakta çalısan işçiye, daldaki meyveye,
börtüye böceğe…
Bir de vicdan azapları yaşatıyor bana. Açtığım her klimanın çevreye verdiği zararı düşünüyorum . Biraz serinlemek için akıttığım su başkalarının hakkına girdiğimi söylüyor. Buzdolabına üzülür mü insan, o bile öyle ısınıyor ki…
Aslında içimde bir yerlerde biliyorum bunlar çook iyi günlerimiz. Seller artıp insanlar evsiz kaldıkça, içilecek sular azaldıkça, gölgesine sığınılacak ağaçlar seyreldikçe feci bir sona doğru sürükleneceğiz…
Evrende bir toz zerresi bile olmayan gezegenimizde; en büyük ülke benim ülkem, en mükemmel din benim dinim, en doğru düşünen benim mucadelesi içinde gerçek sorundan uzaktayız alabildiğine… Hâlbuki tüm dinler ne der” İnandığın değerler değil, yaptıkların önemli…”
Kritik eşiğe gelmiştik zaten. Bundan sonra bir yerlerde sürdürülebilir bir yaşam kalırsa orada iyi insanlar kalsın. Biraz daha tüketimden başka düşüncesi olmayan, hayata hiç bir değer katmayan insanlar yok olsun. Ve dileğim şudur ki, doğal seçilim içinde ben de o taydasızlardansam aynı akıbete uğrayayım. İnsan kendine bakıp objektif olamaz. Sekiz milyar insanın neresinde olduğumu bilemem…
İşte size Adana’dan kırk derecenin düşündürdükleri…