Dere, kışın ayazında coşkulu akıyor, Ağrı’nın köyünden okula gitmek öyle kolay değildi. Önce paçalarını sıvayacaksın, sonra da ayakkabılarını çıkartıp, buz gibi suyun içine sokacaksın. Çantanı da ıslanmaması için yukarı kaldıracaksın. Bitti mi? Hiç biter mi okulun otuz kilometrelik yolu… Eğitimin ışığı yıldızlar gibi uzakta olsa küçücük yüreklerde okuma isteği hiç bitmiyor…
Sinem’se evinin önüne gelen minibüsün sıcak koltuğunda kulağında İPOD’ u, elinde ise son model cep telefonuyla okul yolunu tutuyor. Okul dedim de geçenlerde veli toplantısındaydım. Öğretmenler, öğrencilerin çok zeki olduklarını, onların dikkat noksanlığından kendilerini derslerine vermediklerini, genellikle internet ve bilgisayar oyunlarıyla daha çok vakit geçirdiklerini” söylediklerinde velilerin başları öne eğilmişti. Arka sıralardan bir veli; “ Hocam, ne yaptıysak ders çalıştıramıyoruz. Çabuk sıkılıyorlar, Ama inanın ikinci yarı evde ‘Darbe’ yapacağım dediğinde, bende “Aman dikkat edin, darbeden şu günlerde bahsetmeyin yoksa sizi de Ergenekon’dan içeriye alırlar” sözümle gergin ortam biraz olsun yerini tebessüme bırakmıştı.
Sıralar ne güzeldi. Bana, öğrencilik günlerimi anımsattı. O yıllarda kara olan tahta, şu günlerde yeşilde olsa sınıfın kokusu hiç değişmemişti. Kürsüye baktım. Sinan, Tülay, Gülseren ve daha birçok öğretmenimin yüzleri güzümün önünden geçip gitti. Hele arkadaşlarla şakalaştığımız ve sıkıntımızın kurtarıcısı zili beklediğimiz, çaldığında da koşarak kantinden aldığımız gazoz ve simidi aramızda paylaştığımız günleri unutmak mümkün mü? En sevdiğimde bastonlu çikolata ve leblebi tozuydu. Test nedir bilmezdik. Konuları derinlemesine okur ve tahtada anlatırdık. Nice yazar ve şairlerin edebi eserleri ile bilim adamlarının icatlarını öğrenmiştik. İbn-i Sina’yı, Edison’u, Albert Einstein’i, Farabi’yi, Arşimet’i, Alexander Graham Bell’i, Mevlana’yı unutmak mümkün mü? Mevlana’dan söz açılmışken, aklıma onun dostu Şem-i Tebrizi’nin bir hikâyesi geldi. İsterseniz birlikte paylaşalım. Bu arada yanınıza sıcakbir çay getirmeyi de ihmal etmeyin. Hani okurken keyifli olur diye düşünüyorum;
“ 1243’lü yıllarda Zaviyede derviş olmaya karar veren ve orada Aşçı Dede’nin emrinde mutfakta bin bir zorluk içinde çalışan, ustasından yeri geldiğinde azarlanan ve dayak yiyen, Şemb-i Tebrizi görmek için eziyete katlanan bir genç, sabah zaviyeden bedeli ne olursa olsun bir yağız at çalıp Şems-i Tebriz’in peşine düşer. Onu Pazar yerinde görür ve birlikte gitmek istediğini söyler. Şems-i Tebrizi; “ Ben ne mürşit, ne de mürit isterim. Yalnız gezerim. Kimseye ibretlik halim de yok” diye müridi olmak isteyen genci tersler ve konuşmasına devam eder; ‘ Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı/hoca, şeyh/şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içinde bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.’ Dediğinde genç, “ Senin çırağın olayım,” diye yalvarır. Şems, düşünceli edayla çenesini kaşır ve “ Kızıl çömez bana yoldaşlık etmeye gücün yeter mi?” diye aniden sorar. Gençhevesle ve zıplayarak; “ Elbette yeter. Gücüm özümden gelir.” Bu kez Şems; “ Peki öyleyse, mademki benim müridim olmak istersin işte ilk vazifen. En yakınmeyhaneye git, bir testi şarap getir. Gel bu meydanda dik kafana, lıkır lıkır iç”Genç şaşırır, bunca zamandır tasavvuf yolunda pişmek için çekmediği zahmetin kalmadığını düşünür. Dehşet içinde “ Tövbe Estağfurullah! Babam duysa bacaklarımı kırar.
Ailem beni Baba Zaman’ın zaviyesine iyi bir Müslüman olmam için yolladı. Kâfir olup yoldan çıkmak için değil. Sonra başkaları hakkımda nedüşünür? Tanıdıklar ne der?” sözünden sonra Şems bakışlarıyla genci adeta ezer, yüreğini bitirir ve ona; “ Kızıl çömez, sen bana mürit olamazsın. Başkalarının nedüşündüğüne fazla kafa yoruyorsun. Ama bilsen ki başkalarından kabul ve hürmet görmeyi ne kadar çok arzu edersen, onların tenkit ve dedikodularına da o kadar takılırsın” sözünden sonra genç kendini savunur; “İyi ama sen bana ‘ git şarap al’ dediğinde bende sandım ki, itikadımın sağlamlığını sınamaktasın. Beni imtihan etmediğini nereden bileyim? İmanımı sınıyorsun zannettim.” Şems kaşlarını çatarak; “ Bir başkasının itikadının sağlamlığını sınamak biz insanlara düşmez ki. Bu Allah’tan rol çalmak olur. Kulun imanını ölçüp tartmak kul harcı değildir. Bilmez misin? “ Genç bu sözlerden sonra bozulur, terler ve yakasının bir düğmesini açtığında Şems devam eder; “ Kimi için para pul, kimi için şan şöhret, kimine kıdem itibar, kimine ten şehvettir. Esas tuzak insan neye fazlaca kıymet veriyorsa şu dünyada, evvela ondan kurtulması şarttır bu yollarda.”
Dini alet ederek zengin olan ve siyaset yapan kesime duyurulur.
Çok sevdiğim, hayat dolu bacanağımın yenilenen ebedi kabrini ziyarete gittiğimde, gözüm bir mezar taşındaki yazıya takılmıştı; “ Göklerin ve yerin mülkü/yönetimi Allah’ındır. Dönüş Allah’adır. ( Nur Suresi Ayet 42)
Dünya malına sarılanlara duyurulur.