Bana kimsin, sorusu sorulduğunda;
“Dört yönlü bir insanım!” Diyor ve sözlerimi sürdürüyorum:
“Kim hangi yönümde durursa o yöne birlikte giderim.”
Zira:
“Bir yönüm zeytin ağacı,
Bir yönüm papatya tarlası,
Bir yönüm küstüm otu,
Bir yönüm mayın tarlasıdır.”
.
Az önce gözüm bir afişe değince yıllar öncesine koşturdu aklım da…
Yıl 2012…
Adamın biri, şairim diyor, yazarım, diyor, akademik kariyerlerini sayıyor da sayıyor.
Nitelikli bir etkinlik öncesinde sinerjimiz artsın, diye yazın grubuna katıyorum onu. Ona özgün metinleri, anıları, şiirlerinin her biri harika, çünkü…
Şair, sanatçı yazar grubumuzla 19 Mayıs ta Samsun’a çıkıyoruz. Protokol ziyaretlerimiz sonrasında o adam, yine açık vermiyor.
Etkinliğimizde, grupta her şeyi uyumlu ve mükemmel görünüyor…
Ammaaa…
Sonrası var bir de…
Adam sıkı ve çetin satranç oyuncusuymış meğer.
Önemli ve çok ses getirecek bir projesini
“Hiçbir ücret talep etmeden yaşadığım topraklara ithaf edeceğini vaad ederek,” kendisini evimize davet ettiriyor.
Tabi ben de bu önemli projesinin; sosyal hayata, yaşadığımız coğrafyaya faydasının olacağına inandığım için: Gerekli sanat çevremle görüşüp konuyu açıyor, projeyi daha onunla görüşmeden, bana olan güvenlerine dayalı olarak kabul ettiriyorum.
Ee sıra, evimde yiyip içip bir de iki gece konakladıktan sonra sıra yaşadığım ilçenin isim yapmış değerleriyle tanışmaya geliyor…
Ama içimin göleti bulanıyor ki hiç sormayın.
Neden mi?
Kısaca yazayım:
Aynı adam, bir gün öncesi kütüphaneme eli uzanıyor. Şair arkadaşımın bir kitabını alıyor. Okuyor…
Buraya kadar gayet iyi, görünüyor değil mi?
Eh, ben de öyle sanmıştım.
Tabi balık yemeyi seven o adama; ben balık ayıklamakla meşgul iken, o da mutfak masasında kitaba gömülmüş olarak arkadaşımın şiirlerini okuyor.
Eşim de mutfak kapısından bana kaş göz edip duruyor. Önce anlamıyorum.
Sonra kapıya arkası dönük o adamı, işaret ediyor. Gözlerim adama kayıyor.
Elinde kalem ve küçük not defterine şiir yazıyor, sanıyorum. Düşünüyorum o sırada ‘Acaba eşim bana neyi anlatmaya çalışıyor?’
Çipuraları ayıklamaktan vazgeçip merakla masaya yöneliyorum.
AA, o da ne!?
Şaşkınlığım gülüşünü donduruyor. Dudaklarımdan fırlatıyorum nidalı sözcüklerimi, yüzüne yüzüne…
“AA siz neden o şiirin altına imzanızı attınız? O şiir kitabı arkadaşımın üstelik…”
Gülümsüyor ve bilgiç bilgiç diyor:
“Edebiyatta bunun adı naziredir. Ben sadece sözcüklerin yerini değiştiriyorum. Şiir bana ait oluyor o zaman.”
Tabi bana o dakikada “kal” geliyor.
Akademik kariyerli şair yazarlığı gözümden gönlümden de siliniyor.
Duydum ki aynı nazireli adam, şimdilerde kendine yaşadığım ilçede yer etmiş.
Sızdığı sanat,edebiyat çevremde aktif olarak sahnelerde dans edip duruyormuş adı da sanı da.
“Ben yazdım bu oyunu” dercesine hem de…
Ne desen ki şimdi ben?
Geri duruşumum sebebini, umarım yeterince açıklamışımdır.
Kifayetsiz insanların arasından usulca kendi köşeme doğru çekiliyorum.
Ve kendime yolculuğumu sürdürüyorum…
…
Emine Pişiren/Akçay