Hiç sordunuz mu kendinize “ben kimim” diye?
Acaba çevrenizde kaç kişi kendini tam tanıyordur?
Valla ben 1990 yılında psikanalizimi yaptırdım. Biliyorum bendeki benin nasıl biri olduğunu. Size de öneririm, yaptırın.
Aslında ben, özünde sakin sessiz, kendi halinde bir insanım. Varsa “yok,” demem. Yoksa “var” demem. Olduğum gibiyimdir: Küslük bilmem. Kin bilmem. Lakin bir kere gönlüm kırılmaya görsün, aç dahi kalmış olsam, o kalbimi kıran kişi, bana “bir lokma”dahi sunsa ölürüm de almam.
Siz bunun adına varın “kin” deyin. Varsınlar bana “kindar” desinler. Bense bu duruşuma _onurum_ özsaygım derim.
Kimi zaman hayatımıza, ister istemez, tanımadan “var gibi” gözüken ama olmayan insanları dahil ederiz. Onları kendimiz gibi sayar, samimi davranıyor sanırız.
Ama gün gelir, o insanlarla aynı olaya tanık oluyor ve aynı duygularla _olay, insan veya şartları göğüslediğiniz_ aynı anı paylaşıyor, kendimizi deneyimliyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz o “iyi , doğru” diye bildiğiniz insanların koşullar değişince nasıl da farklılaştığını, nasıl da _sanki hiç onu tanımamış gibi_ size yabancı göründüğüne tanık oluyorsunuz. Tabi büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorsunuz.
Yaşadığınız şoku atlatınca o “var gibi” gözüken insanları, daha fazla taşımamak adına silmek istiyorsunuz.
Onu sildikten sonra içiniz sessizleşiyor.
O sessizlikte kafanızda bir alay sorular, o sorulara mantıklı yanıtlar üşüşüyor. Uykusuz kalıyorsunuz. Hatta belkilerinizi dahi yokluyor, merakınızın ve kuşkularınızın da mütealsını yapıyorsunuz.
Çünkü yargıç da siz, savunma yapan da sizsinizdir. Sonrasında içinizden bir ses çıkıyor. İşte o ses vicdanın sesidir.
Arınıyorsunuz.
Yüreğinizden aklınıza doğru müthiş bir huzur yayılıyor.
Hani demiş ya Şirazi: “Önce içinizdeki köpeği susturun!”
Sizi günler, geceler boyunca ağırlaştıran, yorgun düşüren “gönül yükünüzü” atmış ve hafiflemişsinizdir.
Ne çok kaybettik gönlümüze dost, içimize yar bildiklerimizi, değil mi?
Nihayetinde biz bunun adına tecrübe, diyoruz.
Söz konusu insan, dost, yar olunca hiçbir söz, hiçbir teselli yeterli olmayabiliyor. İnsanın kötüsüne çatmaya görün bir kere…
Onlar, iyi insan rolünü mükemmel oynayabiliyorlar. Onları tanımanın tek yolu akıl ve kalp arasındaki ince patikada ki yolculuktur.
Ben şahsen, sırtımdan vuranı ne soframa oturturum, ne de sofrasına oturanlarla otururum.
Son sözü şairimiz Asaf’a vereceğim: Der ki;
“…Aralarından geçiyorum
Hiç kimse el-ele değil
Herkes kendine dönmüş diyorum.
Birkaçının içine bakıyorum
Hiç kimse kendisiyle barışık değil.
Herkese kendimi anlatıyorum
Kime kendimi anlatsam şaşırıyor
Kendimi kime anlatacağım şaşırıyorum
Hiçkimse ilkin kendine alışık değil.”
.
Ne güzel demiş Gustav:
“Ben başıma gelen şeyler değilim .
Ben olmayı seçtiğim kişiyim.”
.
Ben buyum arkadaşlar. İster böyle kabul edin, ister etmeyin!
Hoşgörü, saygı ve sevgi limitini bitirmeden yaşamaya çalışan aynadaki _beni_seviyorum.
İşte o kadarr!
Kalın sağlıcakla
Emine Pişiren/ Akçay