Her işte, her sorunda, her çözümde, kısacası her konuda –sonradan hatadan dönülüp düzeltmeye gidilmezse- nasıl başlamışsanız doğal olarak sonuç ona göre olu(şu)r. Doğru başlanmışsa doğru, yanlış başlanmışsa yanlış sonuca varırsınız, kural bu ve değişmez.
Toplumsal konular matematik değil, ancak matematikle ille de zıt düşmek için can attığı da yok. Hedef noktaya bir açılık eğik/yanlış çizgi/doğru çizerseniz hedefe asla ulaşamayacağınız gibi mesafe uzadıkça aradaki (yanlış) açı/fark da artacaktır.
Sorun Kürt Sorunu, Kürtlerin Sorunu, Kürt halkının talepleri ile ilgili sorun.
Sorun Kürtlerin inkârından, asimilasyonundan, tecrit ve katledilmesinden kaynaklanan bir sorun.
Sorun Diyarbekir zindanlarında “insanlığın” lağımlara battığı bir sorun.
Sorun köyleri yakılan yüz binlerin onurlu yaşama sorunu. Sorun bu köyleri yakılan köylülerin büyüyen çocuklarının “köyümü kim ve neden yaktı?” sorusunun cevabı ile ilgili sorun.
Sorun dilleri 2011 yılında bile “bilinmeyen bir dil” olarak zabıtlara geçen 20 milyonu aşkın Kürtlerin sorunu…
Sorun tüccarların, esnafların sorunu, dulların, yetimlerin, oğullarını genç yaşta yitiren annelerin sorunu.
Sorun eline mavzerden biraz gelişkin silahlar verilen 20 yaşında ve 20 günlük Yozgatlı, Uşaklı, Bilecikli, Rizeli, Edirneli, Adanalı, Sinoplu, Ağrılı, Bingöllü gençlerin ölüm-kalım sorunu…
Ama ülke olarak bu sorunu sadece PKK sorunu olarak gördük. Oysa bu sorunların aslolanları varken PKK diye bir örgütün kurucuları henüz ana rahmine düşmemişlerdi.
İşte bu sorunu hep yanlış değerlendirdiğimiz için yıllarca bir kürdan kadar yol alamadık. Ne zaman ki sorunun teşhisi doğru kondu çözümü de kolaylaştı. Kolaylaştı ama çözümün kolaylığına rağmen çözülememesi, hatta yeniden çözümsüzlüğe doğru seyretmesinin ciddi sebeplerinin olması gerekmez mi?
28 yıldır sorunu kimler konuştu?
Bu sürede söyledikleri dişe dokunur türden şeyler miydi?
Bu sorunu özellikle bölgeden dile getirenler ne söylemişlerdi ve ne oldu?
Hala bugün bile bölgeden sesler dinleniyor mu?
Bölgeden sesleri medya nasıl yansıtıyor?
Bu sorunu medya bölgede yaşayan hangi kesimlerle konuşuyor, tartışıyor?
Bölge STK’ları, kanaat önderleri, araştırmacıları, yazarları arasında medyada sorunu konuşanlar kimler ve soruna nasıl yaklaşıyorlar? Bu konuşanlar kimleri ve ne kadar temsil etmektedirler?
Bölgede çok farklı sesler olmasına rağmen neden hep aynı kesimlerin görüşlerine başvuruldu?
Bu sorular ve cevapları asıl bu güne kadar sorunun neden çözülemediğinin cevabını da içermektedir.
Tam da burada konumuzun “kim kızarsa kızsın sizi yazdım” bölümüne gelmiş bulunuyoruz.
Evet, sizi yazdım Sayın cumhurbaşkanlarımız. Her ne kadar sizler yerinizde kımıldamamayı esas almış olsanız da. Özellikle DEMİREL-SEZER dönemleri Kürt Sorununun çözümünde “ölü(mümüzün) yıllar”ıydı. ABD ÖCALAN’ı teslim edinceye kadar kan gövdeyi götürüyordu, ama DEMİREL bir tek kere bile bu sorunu bölgenin insanlarıyla konuşma gereği duymadı. Generalleri ve ETÖ’cülerin kara propagandaları dışında kimseyi dinlemedi ve çözüm için hiçbir şey yapma gereği duymadı. Tam tersi “devletin rutin dışına çıkakacağını” bizzat kendisi tescilledi.
SEZER, en başarısız cumhurbaşkanlığı dönemi ile ilgili bir şey söylemek istemiyorum. O Kürt sorununun çözümü için de hiçbir şey yapmayı aklından bile geçirmedi. Ak Parti döneminde demokrasiyi, insan haklarını “katı laikçiliğe” feda etmesi dışında bir amelini hatırlamıyorum. Bir de Ergenekoncuların eline tutuşturdukları yazılı açıklamaları okuması vardı, halkın katline ferman… Örnek: Danıştay sonrası yaptığı açıklama.
Bunun için sözüm bu iki ismin cumhurbaşkanlığı ve dönemleriyle ilgili değildir.
Sözüm, kızmalarını istediklerimin ilki Sayın GÜL’edir. Sayın GÜL bu sorunla oldukça ilgilendi, barış ve kardeşlik için çok çaba gösterdiğini de biliyoruz. Lakin bu sorunun çözülmesi için yaptığı temas ve görüşmelerinin sorunu çözmeye yaramadığını da üzülerek seyrediyoruz.
Nasıl ve neden mi?
Mesela?
Cumhurbaşkanımız özellikle bölge STK temsilcilerini dinlememiştir. (Ha, şahsımla alakalı değil, ben konuşabildiğimde dinlenmişimdir.) Genel olarak STK’ların sunacakları bu imkândan yararlanmamışlardır. Bölge ziyaretlerinde Allah var STK temsilcilerini davet eder, güzel yerde ağırlarlar. Lakin 2 saatlik toplantının ilk yarım saati tanışmayla, kalan yarım saatinin 30 dakikası kendilerinin konuşmalarıyla geri kalan 60 dakika da 70–80 STK temsilcisinin dinlemesiyle geçmiş -ki kişi başına 1 dakikadan daha az süre düşmekte-dir.
Şimdi soruyorum:
Böyle bir diyalogdan sorunun çözümü ile ilgili fikir sahibi olan STK’lar dinlenmiş oluyor mu?
Hayır,
Ama Sayın cumhurbaşkanı bu görüşme dışında ayrıca 8–10 STK’nın katılımıyla “özel” görüşmeler yaparak sorunu çözmeye yönelik öneri ve düşünceleri almaya çalışmıştır. Peki, kim bu “özel” görüşmeye dâhil edilen STK’lar?
Ticaret odaları, esnaf dernekleri, işadamları dernekleri SİAD’lar… Elbette ki bu saygın kuruluşlar dinlenmeli, görüşlerinden istifade edilmelidir. Ama Kürt Sorunu, özellikle insan hakları ve özgürlükleriyle ilgili mücadele veren STK’larla tartışılmalıdır. Zira bu konuda gerekli çalışmayı bu STK’lar ortaya koymuş, konu hakkında yeterli donanıma sahip olmuşlardır.
Sayın başbakan da aynı. STK’lara mesafeli olması kendilerine birinci elden dertlerini ve çarelerini iletmek isteyenleri ihmal etmektedir.
Bir de asıl konuyu sürekli işleyen saygıdeğer medyamızın ne yaptığına bakalım.
Görsel medyamız istisnasız bir şekilde bölgede patlama olunca Diyarbakır’dan ticaretle ilgili bir derneği programa davet eder. Açılım olur diğer bir ticari-esnaf derneği temsilcisini davet eder. Anayasa hazırlığı olur keza öyle bir ticari dernek başkanı medyada. Sınır ötesi operasyon olur aynen. İnsan hakları ihlali olur medyada yine ticari amaçlı bir STK davetli…
Allah aşkına MAZLUMDER diye bir dernek var, beğenmeseniz de uluslar arası saygınlığı olan bir sivil kuruluş. Bu dernek bölgedeki olaylara ilişkin onlarca inceleme ve araştırma yapmış, rapor ve etkinlik düzenlemiş. Peki, bütün bu müktesebatı olduğu halde MAZLUMDER kaç kere programlarınıza davet edildi?
ÖZGÜRDER var, soruna son derece duyarlı bir sivil kuruluş olan bu derneğin bölgedeki şubelerinin temsilcileri son derece donanımlı ama hiçbir programa davet edilmediler.
Geçen yıl Mavi Marmara gemisinde başkanını şehit veren AYDER bu konuda sözü olan bir sivil yapılanma. Oldukça nüfuzlu olmasına rağmen bir kere dahi programlara çağrılmamıştır.
Bölgenin en büyük Sendikalarından binlerce üyesi bulunan bir MEMUR-SEN bir kere bile programınıza davet edildi mi?
Türkiye’nin en büyük platformlarından biri olan Doğu-Batı Kardeşlik Platformuna gözlerinizi kapattınız.
Diyeceksiniz ki bu STK’lar kendilerini sunamadılar. Peki, SİAD’ların yaptıkları hangi şeyi eksik bıraktılar. Daha çarpıcı olmasına rağmen basın açıklamalarını görmezden geldiniz. Görmediğiniz STK’ların gördüğünüz STK’lardan geri kalır tek bir eksiklikleri yoktu. (Aslında eksiklikleri vardı da yeri değil)
Şimdi anlatmaya çalıştığımız bu uygulamanız sorunun çözümüne hizmet etmede yeterli olabilmiş midir?
Bu sorunun çözümünü kime havale ederseniz edin yapacağı şey belli;
Belli bir süre uyguladığı tedbir sonuç vermez ise başka bir yöntem arayışına girer. Ama biz 27 yıldır aynı yöntemi uyguluyoruz. Devlet de, medya da ayni çizgide. Biri aynı yöntemlerle sorunu çözmeye çalışıyor diğeri de aynı kesimi ve aynı söylemi p