Gayri Müslüm bir Sona ablam vardı. Bir hafta sonu onu Şişli’deki evine ziyarete gittim.
Günlerden pazardı. O da henüz kiliseden gelmişti.
Sohbet esnasında sormuştum:
“Sona Abla, size de papaz vaaz veriyor mu?”
“Tabi ki veriyor canım.”
“Bugün size ne anlattı?”
“İyilik hakkında İsa Peygamberin hadislerini anlattı. Sonra bize; Bu hafta kim daha güzel iyilik etti?”
Diye sordu. Ve 18 yaşında bir genç parmak kaldırınca onu dinlettirdi.
Gencin ne anlattığını öğrenince çok şaşırmıştım. O iyilik kimsenin yapamayacağı türdendi. Yazımın finalinde anlatacağım bunu da… Ama önce iyilikle ilgili kimler ne düşünmüş ne söylemiş yazmak istiyorum.
…
Uzakdoğunun unutulmaz bilge lideri bize, bizim gibilere der ki;
“Aşırı iyi niyet, alçak gönüllülükle mütevazilik aptallıktır.”
Tabi ki tartışmaya ucu açık bir söylem.
Dinimize göre, “sana kötülük edene,” ekmek atılması istenirken, bir başka dinde de
“size tokat atana siz sakın atmayın!”
Der ve tokat atılması için diğer yanak uzatılması öğretilir.
Böylesi öğretiler sadistlikle mazoistlik öğretisi değil de nedir bu eylemler?
Sürekli yapılan iyilik bir süre sonra size sorumlu olmayı gerektiriyor. Sorumlu olansa aşırı yük taşımak zorunda kalıyor. Yük taşıyanın ücreti de” cennete girme vaadi” ile sözel ödüllendiriliyor.
Ama bir süre sonra dönüşüm tam tersi oluyor. İyilik kötülüğü konuk ediyor. Kötülük de iyiliği…
Tıpkı sıcak havanın soğuk havayı kendisine çektiği gibi…
Evrenin belki de en güzel yasasıdır, bu dönüşüm.
Lâkin çoğu zaman iyilikle kötülük hep çelişki halinde karşımıza çıkıyor.
İslam dininin önemli halifelerinin sözleri dikkat çekicidir
Hz. Ömer der ki;
“İyiliğin şerefi çabuk yapılmasıdır.”
Hz. Ali’yi uyarmışlar:
“Ya Ali, falanca kişi sana kötülük yapacak!”
Hz. Ali sormuş:
“Kim?”
Adını söyleyince omuz silkmiş:
“Ben ona iyilik yapmadım ki, o bana kötülük yapsın!”
Buradan da şu manayı çıkartabiliriz belki…
İyilik yapana karşı, iyilik yapılanda; bilinç altında minnet duygusu birikiyor! Minnet de daha sonra kin duygusuna..!
Lokman Hekim her ne kadar ;
“İyilik, insanın emniyet kemeridir!” dese de bana Tolstoy’un söylemi daha mantıklı ve akla yakın geliyor.
“Eğer iyiliğin bir nedeni varsa, sonunda bir ödülü varsa, o iyilik değildir..!”
Evet, öfkeyi sevgiyle, açgözlülüğü vermekle, yalanı doğrularla alt edebiliyorsa insan; kötülüğü de iyilikle tedavi edebilir.
Eski bir Türk Atasözü der ki;
“İyilik yap denize at. Balık bilmezse Malik bilir!”
Belki de çoğu iyi insanlar; yaptıkları iyilikleri bu nedenle denize atıyorlar.
Nezaketle, görülmeden ve hem de sessizce kimsenin bilmeden yapılan iyilik ne güzeldir.
Tıpkı o Hristiyan inancındaki gencin yaptığı iyilik gibi…
Sahi yazımın finaline bırakmıştım onun yaptığı iyiliği.
Genç şöyle devam eder anlatısına:
“Benim mahallemde kimsesiz bir adam yaşıyordu. Üstü başı kirli gezerdi. Çöp toplamakla geçilirdi. Ara sıra elinde içki şişeleriyle giderken görürdüm onu. Bu hafta kulübesinde ölü bulundu. Kimse onu yıkamak istememişti. Sarhoş günahkâr biri, diyorlardı. Cami hocası halktan yardım istiyordu. Herkes kaçtı. Ben Müslüman değildim. Orada toplanan kalabalık içinde meraklı biriydim. Bana o anda acıma duygusu geldi. Ben size yardım edebilirim, dedim. İmama yardım ettim.
Sizce bu iyilik midir?”
Gencin hikayesini dinleyenler büyük şaşkınlık içinde kalmışlar. Klisenin papazı sessiz kalan cemaatine seslenmiş:
“Bu genç iyiliğin en güzelini yapmış. Hadi onu hep birlikte alkışlayalım.”
Klisedeki halk elleri yorulana kadar alkışlamış.
Ben bu hikayenin en sonuna daha çok hayran kalmıştım.
Sona Ablam hikayeyi şöyle tamamlamıştı.
“Biz genci alkışladıktan sonra peder bize de ödev verdi.”
İlgiyle sordum:
“Ne ödevi?”
“Haftaya o gencin yaptığı iyilikten daha güzel bir iyilik yapmamızı bizden istedi canım..!”
Sona ablamla geçirmiş olduğum o günü yaşamım boyunca unutmayacağım.
Sonuç olarak;
Yaşam boş bir cd gibidir. Biz elimizden geldiğince bu cd’yi güzel ve mükemmel nir şekilde doldurmaya çalışalım.
Ve her ne olursa olsun elimizden geldiğince iyilikten vazgeçmeyelim.
Buda’nın dediği gibi;
“Veren el alan elden üstündür..!”
Emine Pişiren/ Kocaeli