Sokakta bilbordlar da karşımda. Elimde gazete, manşetlerde karşımda. Televizyonda, ya küsüde birilerini azarlarken karşımda; ya da ya etrafında yüzlerce yandaş ve koruma arasında yola çıkmak üzereyken karşımda. Uzaklaşmak, görmemek için ormana gidiyorum, dağlara çıkıyorum, bir de bakmışım bu kez daha da yakınımda; kafamda!..
O mu beni takip ediyor, yoksa, ben mi onu bilemedim gitti!.. İnsan aşık olsa bıkar be bu denli birlikte olmaktan!…
Hep benzer tavırlarla karşımda.. Televizyondaki hareketli görüntülerde, meydanlarda… resmi görüşmelerde, açılışlarda.. Fotoğraflarına bile doğrudan yansımışlığını görüyorum davranışlarının.. Beynime yerleşen farklı bir görüntü bulamıyorum algı dağarcığımda!..
Sağa sola hafif yalpalı yürüyüşlerden, karşısındakine bakarken kısılan gözlerden, yüz yüze konuştuklarının gözlerine yönelmeyen bir bakıştan, konuşmaların vurgusuna kadar; insanı rahatsız eden bir şey var.. Bunu sezinliyorum. Sezinliyorum ama, nedenini de tam olarak çözemiyorum. Bu sezgi daha çok rahatsız ediyor beni!..
Görüyorum, sabırla dinliyorum, dikkatlice akıl süzgecimden geçiriyorum. Sonuçta, ne gördüklerime, ne duyduklarıma, ne de okuduklarıma, ahlaki, siyasi, sosyolojik açıdan, hoşgörü erdemlerim çerçevesinde yaptığım analizlere bir yorum getiremiyor, beni rahatsız eden unsuru bir türlü bulup çözümleyemiyorum.
Kontrol edilemeyen bir öfke, kendisi dışındaki tüm otoritelere başkaldırı, hakimiyet tutkusu, depresif ruh hali…
“İnsanlara açık olmanın tehlikeli olacağı” inancıyla, ortaya attıklarına net bir açıklık getirmeme… bunu kendi çevresinden bile gizleme..
“Eğer izin verirsen, insanlar seni kullanır” düşüncesiyle, her alanda en büyük ve tek otorite olma… kendi çevresinin bile insiyatif kullanmasına izin vermeme. Seç, seçtir, ata, yap, yaptır, uygula, uygulat. Uymazsa tutup kulağından atmakla tehdit edebilme..
“Mevcut hiçbir şey benim istediğim gibi değil”, düşüncesini temel alarak, her şeyi kendi akıl ve mantığına göre kurgulayıp değiştirme, bunun için baskı kurma, dayatma, inatlaşma…
“Mevcut kuralların kendisini boğduğu” düşüncesiyle, yeni kurallar koyma.. Gelecekte bu kuralların ne gibi olumsuzluklara neden olacağını bile, inatlaşma adına göz ardı edebilme…
Çoğunlukla dikkat çekip odak noktası haline gelme adına başlattığı yalan söyleme alışkanlığının dozunu giderek artırma… Bununla da yetinilmeyip, söylenen doğruların, yalan, yanlış, hatta iftira olarak nitelenip yalanlarını katmerleşmesi…
İlgili duyu organlarını ilgilendiren bir dış uyarı olmaksızın, duygusal algıların gerçekmiş gibi ortaya çıkışı… Mağduriyet duygusunun, duygu sömürüsüne dönüştürülmesi, ve prim yaptığının görülmesi nedeniyle kullanım dozunun artırılması..
Konuşmanın akışında, vurgusunda, tonunda, öfkeyi dışa vurma…
Devamlı, endişe içinde olma, sinir bozukluğu, konuşmalarda hep karşısındakini suçlama, sinirsel hazımsızlık…
Yoğun korku, kaygı, yoğun endişe karışımı nöbet… bu nedenle sürekli ve aşırı korunma duygusuna kapılma… Kötülük görme, suikasta uğrama sanrısı… Depresyon…
İki değerlilik… Birbirine karşıt duygu, düşünce ve eğilimlerin aynı anda var olması… söylemlerinin tam tersini uygulama… Söylemlerin inkarı, kendi söylemleri üzerinden karşı tarafı suçlama…
Gerçek dünya ve yaşadığı çevre ve onun gerçekleri ile ilişkiyi azaltarak ya da keserek, kendine göre bir dünya kurma, kendine uygun yandaş ve çevre oluşturma…
Düşünce içeriğinde sanrılar… kalıplaşmış ve ısrarcı fikirler, uğraşlar, saplantılar…veya tam tersi, olgunlaşmamış düşünceleri uygulamaya koyma, bitirilmemiş girişmelere yenilerini ekleme, problem biriktirme… Biriken problemlere kendisi dışında suçlu arama…
Kendisini tek otorite görmenin ötesinde, en akıllı, en dürüst, en vazgeçilmez kabul edip, kendisine yakıştırılan padişahlık sıfatını bile reddetmeme.. hatta, kabullenmiş görünme…
Algılama, yönelim ve bellekte bozukluklar, varsanımlar, sanrılar ve yanılsamalar…
Acaba bu maddelerden hangisi veya hangileri beni rahatsız edenler?
Acaba ben de mi sanrının esiriyim? Yukarda sayılanlardan rahatsız olan salt ben miyim?
Eğer öyleysem lütfen bana mukayyet olun!.. Şimdiden tedaviyi kabul ediyorum.
“Sağlık denilince akla; fiziksel ve ruhsal yönden, bir bütünlük akla gelir. Yani, ruh sağlığını genel sağlıktan ayırmak mümkün değil… Çünkü insanın fiziksel ve ruhsal durumu arasında önemli bir etkileşim vardır. Ruhsal durumdaki değişmeler, dalgalanmalar ve sarsıntılar bedeni etkilediği gibi, bedendeki değişikliklerde ruhu ve beyni etkilemektedir. Saç dökülmesi, kırışıklıkların artması, gözaltlarının çökmesi… Gibi.” (bilimsel bir yorumdan aktarım.)
Sağlıklı bir birey olmayı istediğim kadar, sağlıklı bir civan tarafından yönetilmek istiyorum. Bunun için de, kime ne düşüyorsa o yapılmalı.. Sağlıksız yönetimlerden, sağlıklı toplum oluşumunu beklemek, horozdan bol yumurta verimi beklemek kadar umutsuz bir bekleyiştir.
Daha teşhis için ne bekliyor tıp adamlarımız? İkimizden birinin havuzdaki balıklara altın saçmasını mı?