Yayla için dağ yolunu seçtik yıllardan sonra, üç arkadaş. Kardeşim; “Üç silahşor dağ yolunda” Dedi. Dağ yolu çocukken yayla diye sevindiğimiz, yorulunca ağladığımız, tepeleri aşan patika yol.
Çantalarımıza bir iki eşya aldık. Kardeşim fotoğraf makinesi ve teyp, arkadaş defter ve kalem. Ben de kibrit kutusu ve bıçak. Yeni bir güne başlamanın heyecanına dağ yolunu eklersek, çocukluğumuzdaki yolculuğun neşesini yaşıyor gibi olacağız.
Yalnız yorulduğumuzda ağlar mıyız bilemiyorum.
Kardeşim, “Ayakkabılarınıza dikkat edin, ayağınız şişeceği için, problem yaşayabilirsiniz. Dağ yolu kuş uçmaz kervan geçmez değildir. Yol üzerinde barınacağımız dinlenme yerleri var.” Dedi. Elmanın dalında serçeler ötüyordu. Sanki bizi uğurluyorlardı. Yıllar olmuştu bu yoldan geçmeyeli, içimiz bir hoştu. Yaş ilerledikçe beklentiler de farklı oluyor, herhâlde.
Çocukluğumuzun o tatlı anılarını birebir yaşayamayacağız. Annemle kardeşim ineklerin önünde, babamla ben, arkadan yürüyoruz. İnekler, yola çıkmadan bir gün önceden hazırlanmışlar. Hazırlık yılın dönüm noktasıydı. Ailemizin sosyal ve ekonomik canlılığına katkıda bulunurdu. İnekler süslenirken huysuzluk yapmaz, aksine sevinirlerdi. Boynuzları arasına, boynuna ve kuyruğuna mavi boncuklar takardık. İneklerin zil ve ayak sesleriyle bizlerin sevinç dolu bağrışmalarımızı, komşularımız “Göçler yaylaya gidiyor.” Diye anlıyorlardı.
Böyle bir atmosferi yakalamak ne mümkün. O günlerin mutluluğu geçti. Ayağımıza taş değmesin diye annem gözümüzün içerisine bakardı. Mola yerlerinde inekleri yedirir, onları okşar, severdi. Biz de su ve çayır getirirdik, onlara. Annem inekler doyurduktan sonra, bizi de doyururdu. Çörek ekmeği üzerine tere yağını sürüp yediğimizde gözümüz açılırdı. Sonra kendi bir şeyler yerdi. Yol boyunca ailelerle konuşur, acele etmezdi. Özellikle ineklerin yorulmasını hiç istemezdi. Aileler bizi dostça karşılardı. İçlerinden bazılarını kışın misafir ettiğimizdi. Annem onlara hediyelerini verdiğinde sevinçleri görülmeye değerdi. Köylülerin samimi davranışları, yoksulluklarını alıp götürürdü. İçimden onlarla yaşamayı, yoklukla mücadele etmeyi isterdim. Çocuklarını okutmaları için elimizden geleni yapardık.
O günleri anmak, hayal de olsa yaşamak isterdim.
Deniz açıldı, bulutlar sanki yol gösterdi bize. İç karartıcı hava aydınlandı. Kardeşim “ Güneş dağ yolunu seyirli hâle getirecek.” Dedi.
Kardeşim hemen yola çıktı. Biz de onu takip ettik. Çocukluğumun ayak seslerini duydum, yol kenarında. Giydiğimiz lastikler hiç mi ayağımızı vurmazdı, düşünmeden edemedim. Bizim köyden sonra ikinci köyü de geçtik. Yolumuz üzerinde eski bir çeşmeye geldik. Çeşmenin yanında oturanlara selâm verdik.
Konuştuktan sonra, psikolog arkadaşımızın tez çalışması için, size sorular soracağız dedik.
– Şehirlere göç olayı için ne düşünüyorsunuz?
Toprağa ve üretime değer verilmemesinde, geçim zorluğunda göçün nedenlerini aramak gerekir. Dedi.
– Yaşantınızı eski ve yeni olarak irdeler misiniz?
Televizyonlar çıktı mertlik bozuldu. Komşuya dahi gidilmez oldu. Televizyonlar da bizden bir şey yok, uyduruk ve vurdulu kırdılı filmler. Yardımlaşma ve birlikte başarma duygusu köreldi. Siyasiler sanki kendinden olmayanla savaşıyor, kendinden başkasına yaşama hakkını tanımıyor. Ayrımcı dil bizi kutuplaştırdı. Öyle ki, yarın savaşa gidiyor gibiyiz. Toprak geçim kaynağımızdı. Şimdi kalktı ve ithal ürün cenneti olduk. Batılının köylüsüne çalışıyoruz.
– Toplum olarak neleri kaybettik?
Yöneticilere, adalete ve beraberliğimize güven kalktı. Eğitimde en önemli değer olan fırsat eşitliği ki, eğitimde ana unsurdur onu kaybettik. Eskiden bir gaz lâmbasıyla aydınlanırken, şimdi aynı evde beş tane ampul yanıyor. Tutumlu olmayı kaybettik. İsrafı baş tacı yaptık. Zırhlı arabalarda gezen din adamları kendilerini kimden koruyor. Yoksa bir yaptıkları mı var?
İyi günler diyerek ayrıldık.
Sosyolog olan arkadaş, aldığı cevaplara memnun kaldı. Arkadaşa “Köylüler de yoksulluk ilk önce kendini sofrada gösteriyor ve yiyeceklerin azalmasıyla açığa çıkıyor.” Dedim. Arkadaş, “Hayatı tanımak ve yaşamak. Yaşananları düşündükçe, geleceği daha iyi hissediyorsun.” Dedi.
Arkadaş arkasında odun yüküyle iki kişiyi daha konuşturdu. Yaşantılarının kâbus gibi olduğunu olaylardan korktuklarını söylediler. Bahçemiz ve hayvanımız var fakat yeterli olmuyor. Dedi. Ürettiğimiz her şey ucuz, aldığımızı karşılayamıyoruz. Elektrik, gübre, şeker ve akar yakıt pahalı Devleti yönetenler görmüyor mu? Büyük şehir olduk, hiçbir hizmet almıyoruz ama vergi veriyoruz.
Tepeyi çıktığımızda yolu kesmişler. Kimseyi yukarı çıkartmıyorlar. Yukarı köylüler kavga ediyorlar, dediler. O arada silah sesi duyduk. Yolu kenarına oturduk. Dinlenirken düşünüyorduk. Bu engeli nasıl aşarız diye.
Karşısına piyango biletçisi çıktığı için, bilet alan insan gibi, yukarıdan gelenlerin önüne çıkan arkadaşa, bir sürü kendini bilmezler kavga ediyor, dediler. Kavga büyüdü, yaralananlar oldu ve silah kullanıldı. Çaresizce çırpınan analar ve nineler, yapmayın etmeyin niçin kavga ediyorsunuz. Otunuzu, çayırınızı vereceğiz. Birbirinize zarar vermeyiniz.
Kavga araya girenlerin gayretiyle kısmen yatıştı. Fakat sinirler gergindi. Her an bir şeyler olabilirdi. Muhtar her iki tarafa da koşuyor, onları rahatlatmak istiyordu. Belli ki iki taraf da aynı eller tarafından kışkırtılıyordu.
Kardeşim, beklemek nereye kadar.” Dedi. Çünkü öğle geçmişti. Bu durumda yapılacak akıllı iş geri dönmekti. Arkadaş, trafik kazası oldu geri döndük, deriz. Arkadaş “Gerek yok olayı gördüğümüz ve anlatılanlar gibi olmuştur.” Deriz dedi. Köyler bu konuda potansiyel suçlu.
Geri dönüyoruz. Aşağı indikçe vücudumuz ısınıyor ve terlemeye başlıyoruz.