Kibir ne biçim bir hastalıktır bir çözebilsek. Neyi anlatmaya çalışır bu kelime, hangi ruh halinin içinde detaylarından tüyolar sunar. Kibiri bir anlayabilsek zaten dost ile düşmanı, koyun ile keçiyi ayırabildiğimiz kadar kolay ayıracağız. Haydi o zaman başlayalım işe. Koyun ile keçi dedik madem oradan yürümeye devam edelim. Koyun ile keçiyi nasıl birbirinden ayırabiliyoruz * Görüntülerinden, karanlıkta ise seslerinden. Birde üçüncü olarak bıraktıkları izlerinden yani koyunlar fidanların en taze sürgünlerini kemirmezler, o işi keçiler güzel yapar. Koyunlar ormanda bile fidanları kemirmezler yerden ot yerler, o yüzden ormana keçi katmak yasaktır.
Keçilerin kemirgenliği ile oğlak-keçi burcunun da özellik ilişkisi vardır yani niye oğlak burcuna oğlak adı konmuştur bunda da bir ilinti vardır fakat konumuz astroloji değildir. Tabi sözü buraya getirmişken aklınıza koç-koyun burcu takıldı değil mi ama konumuz astroloji değil, merak edenler onu da ayrıca araştırabilir.
Kibir, hayatımızda yaşadığımız bazı olaylar ile gayet iyi anlaşılabilir. Arkadaşlarımızla, akrabalarımızla olan ilişkilerimizde kibir çok önemli roller oynamış hatta hafızalarımızda acı izler de bırakmış olabilir. Kibirin esintileri bazen sözlere dökülmüş bazen de yüzde bakışlarda gözlerde kalmıştır ve siz o Kibiri gözlerden okumuş da olabilirsiniz.
Kibir, kendini üstün görme ve akabinde karşısındakini aşağılamadır. Aşağılanan kişiye de devamlı kin besleme ve o kişiyi hep aşağılarda süründürme çabası vardır . Kibirde bilincin tamamen örtülmesi vardır. Gönül aynası paramparça olmuş ve şuur kendini göremez olmuştur. Kendi acziyetini de göremez bu durumda. Kafayı karşısındakiyle bozmuştur, ona her gün daha da kinlenmektedir. Onu bir yakalasa bir avuç suda boğacaktır. Karşısındakini aciz ve zavallı bırakabilse o habis ruhu dağlar gibi olacak, coşacak, başı bulutlara varacaktır. Karşısındakini devamlı kendine muhtaç tutma arzusu onu azdırdıkça azdırır. Karşısındaki muhtaciyetten onun her kapısını çalmak zorunda kaldığında o zevkten geberir.
Kibir ehlinin tam zıttı da kubur yani kabir ehlidir. Biliyorsunuz bu alemde her şey zıddıyla vardır. Zıddı olmayan tek Vahid Ehad Allah dır. Kabir ehli her ne kadar mezarlıktaki ölüler olarak bilinse de aslında dünya da ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMÜŞLERİN halidir. YÜRÜYEN ÖLÜ GÖRMEK İSTEYEN EBU BEKRE BAKSIN hadisi bunu açıklayan en güzel hadistir.
Kibir ehli hem diliyle hem de haliyle devamlı kubur ehlini inkar eder. Bundaki hataları ölümü bir son olara görmeleridir. Ölümü bir son, bir yok olup gitme saydıklarından dünya da vicdansızlaştıkça vicdansızlaşırlar. Kendilerini yani benliklerini her ne olursa olsun hep haklı görmeleri bu kibir ehlini ele veren en bariz özelliklerinden biridir. Bir kişinin işiyle, aşıyla, eşiyle oynarken vicdanları hiç sızlamaz. Onların gözünde lokmasını her kaptıklar ahmak, karısını-kocasını her yatağa attıkları salaktır. Ahmakların ve salakların elindekileri kapmak,çalmak,aşırmak onlarca haktır. Yani haksızlık yapmak haktır zanlarınca.
Kibir ehli aynen keçiler gibidir insanların umutlarını kemirirler. Onları umutsuz bıraktıkça bunların egoları şişer. Burada küçük bir tüyo vardır, kibir ehlinin başka insanları umutsuz bırakma çabalarının altında yatan şey onları kendilerine benzetme arzusudur. Huzursuz ve umutsuz insanlar çoğaldıkça kibir ehlinin sermayesi artmaktadır. İnsanları aldatma malzemelerinin çeşitliliği artmaktadır. ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR hadisini sadece Pazar yerinde çürük hurmaları iyi hurmaların altına katıp müşteriyi aldatma olarak dar anlamda düşünmeyin lütfen. Aldatmak kelimesi çok derin manalar içeren bir kelimedir. Aldatmayı sosyal aldatmalar, sayısal aldatmalar olarak iki ana gruba ayırabiliriz. Sosyal aldatmalar da kendi bünyesinde onlarca başlığa bölünebilir. Sağlık aldatmaları, siyaset aldatmaları, eğitim-tarih aldatmaları, cinsel aldatmalar, evlilik aldatmaları vs.
Esma ül Hüsna da var olan üç esmanın manasını idrak etmemiz gereklidir. Aziz, Cebbar, Mütekebbir esmalarının manalarını burada bir kez daha yazalım.
“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.” Lokman 18
AZİZ Karşı konulmaz güç sahibi olarak, dilediğini uygulayan! Tüm âlemlerde dilediğini karşı çıkacak güç olmaksızın yerine getiren. Bu isim Rab ismiyle paralel çalışan bir isimdir. Rab özelliği Aziyz özelliğiyle hükmünü icra eder!
CEBBAR Hükmü zorunlu olarak uygulamada olandır. Âlemler Cebbar‘ın hükmü altında, dilenileni uygulamak zorundadır! Uygulamama gibi bir seçenekleri yoktur! Cebr, onların varoluş sistem ve özlerinden gelen bir şekilde açığa çıkar ve hükmünü yaşatır!
MÜTEKEBBİR Mutlak BEN‘lik O’na aittir! “Ben” diyen yalnızca kendisidir! Kim ben sözüyle kendisine varlık verirse; var oluşunun hakikatine ait “Ben”liği örtüp, göreceli benliğini ileri çıkarırsa, bunun sonucunu, yanmak suretiyle yaşar! Kibriyâ, O’nun vasfıdır.
“Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini herhalde eşeklerin sesidir!” Lokman 19
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin. İsra 37
Şüphe yok ki Allah, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları hiç sevmez. Nahl 23
Rasulallah (S.A.S.) buyuruyor ki:
— Allah (C.C)’im! Kibirlilerin cakasindan sana siginirim. Su üc sey ile ilgisiz olarak ruhu bedeninden ayrilan kimse cennete girer:
1) Kendini büyük görmek. 2) Borç. 3} Dolandiricilik.»
Rasulallah (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Tarafimizdan en cok sevilenleriniz ve ahîrette bize en yakin olacak olanlariniz, en iyi huylularinizdir. Buna karsilik nefretimize en layik olanlariniz ve âhirette bizden en uzak kalacak olanlanniz da bütün gevezeler, alaycilar ve kendini begenmislerdir.”
11 Mart 2010 Perşembe
UĞUR ÖZALTIN
Sayın Uğur bey,
Son derece nezih bir konuyu ele almışsınız.
Bir çok insanın idrak edemediği, şeref ve itibarın,kibirle asla elde edilemeyecek olduğudur.
Hiç bir kimsenin diğer kimse üzerinde üstünlüğü yoktur. Üstünlük Allah’a iman etmekte, takvadadır.
Büyüklük ve azamet, Allah’a mahsustur.
Necm Suresinde: ‘Siz nefislerinizi övmeyiniz, kimin müttakî olduğunu Allah daha iyi bilir’ buyrulmuştur.
Güneş, ışığını ayaklar altına serdiği için yücelmiştir. insan, tevazuda güneş gibi olmalı ki, Allah onu başlara tâc etsin!
Bir tohum, benliğini korumadıkça filizlenip gelişemez; toprağın sinesine düşüp mahvolduğu zaman, yeşerip filizlenmeye başlar.
Hangi dalın meyvesi çoksa başı aşağı iner. Meyvesiz dal ise havaya doğru boy verir.
Yalnız eklemek istediğim şey; bu tür konularda da her konuda olduğu gibi, ifrat ve tefrite dikkat edilmeli. Zira İslâm tevazu ve vakar sahibi olmayı teşvik etmekle beraber, bu hususta aşırı gitmeyi yasaklamışdır. Çünkü, tevazuda aşırı gitmenin insanı zillet ve meskenete düşüreceği bir hakikattir.
Vesselam…
Saygılar
Zehra hanım yorumunuza çok teşekkür ederim
Sözlerinize tamamen katılıyorum
Her hal ve sözde haklı bile olsak aşırıya gidilmemesi uygundur.
Selam ve saygılarımla
Hayırlı Cuma ve bereketli günler dilerim