“Afrika” yahut “Cehennem Sıcakları, eskilerin deyimiyle de “Eyyam-ı bahur” sıcakları, Çukurova’da ağustos sonunda başlayıp eylülün ilk haftasına kadar devam eder. Yılın en sıcak değilse bile en bunaltıcı, harlı günleri bu günlerdir.
Bırakın tarlada çalışmayı en koyu ağaç gölgelerinde hareketsiz oturmak bile insanı nefes alamaz duruma getirmeye yeter de artar… Rüzgâr esmez, yaprak oynamaz, karasinekler yüzünüze hücum eder, ısırır hatta arı gibi sokarlar. Ortalıkta ne kedi ne köpek kalır. Hepsi su kenarlarında, yarpuz içlerinde kendilerini serinletecek yerlere gizlenmeye çalışırlar. Köyde bu günlerin gecelerinde de yoğun bir sessizlik, basık bir hava, dayanılmaz bir rutubet olur.
Canınızdan bezer siniz. Gündüzün yorgunluğu bile uyumanızı sağlamaya kâfi gelmez. Keskin Mustafa, bu akşam erken yattığı halde bırakın uyumayı, kirpiğini dahi kırpamamıştı.
Çelemli’de köy meydanına yakın evlerinin çardağında, vakit gece yarısını çoktan geçtiği halde yatağında dönüp duruyor, sıcaktan uyuyamıyordu. Belki havanın etkisindendi. Belki değil kesin öyleydi ama onun başka bir derdi daha vardı. Dün gece kumardan kazandığı parayı şalvarının cebine koymuş öylece yatmıştı.
Tarladan kazansa yastığının altına koyar ya da duvara gömülü – Höcere- denilen gizli dolabına yerleştirirdi. Bu para kumar parasıydı; haydan gelmiş huya gidecekti. Oynama refleksi uyumasına engel oluyordu. Her gece oynamaya alışmıştı. Ama bu gece oynamayacaktı, oynayamayacaktı. Bunu kabul edemiyor, kendine yediremiyordu. Akşamleyin Ali Hocaların kahveye uğramış dişine göre rakip bulamadığı için oyundan vazgeçmişti.
Kahvehanenin ortasındaki koca direğe asılı lüks lambası altında iki masada çor çocuk oynuyordu. Hayıflandı “Bunlarla oyun mu oynanır. El âlem görse arkasıyla güler bana. ‘Kurt kocayınca köpeğin maskarası olurmuş’. Şimdi Hayri Ağa olacak, Kör Kuyulu Kadir olacak, bir masa kuracaksın ki sabaha kadar ‘Al gözüm ver gözüm ’oynayacaksın. Anasını sattığımın şansı… Bu iş böyledir işte! Paran olur oyun oynayacak adam bulamazsın.
Paran olmaz her taraf oyuncuya keser, her masadan davet alırsın. Hayıflandı ”Hoş davet de aldım ama akılsız kafa oynamam dedi, inat etti. Şimdi dön dur yatakta dink eşşeği gibi.” Söylenirken terazi yıldızları tepeyi geçip Kürt Dağı’nın üstüne gelmiş, şafağın sökmesine az bir zaman kalmıştı.
Yatağın içinde oturdu, bir sigara yaktı, bakınırken köy meydanının kenarındaki Sezen Kamil’in kahvehanesine ilişti gözü. Yanlış mı görüyordu. Bir yana eğilmiş eski köy evinden bozma kahvehanenin küçük pencerelerinden cılız ışıklar sızıyordu. Çardaktan indi ”Bu saatte kahvehaneye gelen kim acaba?” diye geçirdi içinden. Bu arada avlunun dibine su döktü.
Köy meydanındaki ışığa doğru yürürken “İnşallah bir oyuncu bulurum benim gibi” dedi; sonra” Sırf merak benimkisi. Orada kim var acaba bir bakayım, merak ettim.” Güldü kendi kendine “Amacım sırf merakımı gidermek değil elbette…” Kapı açık denecek kadar aralıktı.
Selam verip içeri girdi. Kahvehaneyi çalıştıran Çoban Ahmet ocaklıkta cezveyi akşamdan külle örttüğü köze sürmüş, Yemen Kahvesi’nin kokusu kapıya kadar gelmişti. Dağınık masaların birinde köyün ünlü demircisi Mehmet Usta oturuyordu. ” Hayırdır Mehmet Usta, uykun mu kaçtı, sen de benim gibi sıcaktan mı uyuyamadın yoksa? “Yok, be Mustafa!” dedi Mehmet Usta “İçtiydim biraz. Acı bir kahve içersem ayıkırım diye düşündüm.
Ahmet sağ olsun, üşenmeden kahve yapıyor bana. Ahmet sana da yapsın bir acı kahve! Ahmet kahveler iki oldu; bir de kendine yap benden” Onlar konuşmaya dalınca Çoban Ahmet’in kahveleri getirdiğini bile fark etmediler. Lafı da kahve gibi koyultmuş, gece kuşları derin bir muhabbete dalmışlardı. Keskin Mustafa lafı döndürüp dolaştırıp kumara getirdi. Mehmet Usta’nın da bu konudaki zaafını biliyordu. O da kendisi gibi eski kulağı kesiklerdendi. Kumar dendi mi dayanamazdı.
“Mehmet Usta gel birkaç el oynayalım seninle! Maksat oyun olsun” Gerçek kumarcı cebindeki parayı söylemezdi. Mehmet Usta açık sözlüydü” Vallahi Mustafa bende kumar oynayacak kadar para yok. Cebimde içkiden artan üç lira para var.” “Olsun” dedi Keskin Mustafa ”Ben sana ödünç veririm. Cebimde 600 lira var”. Mehmet Usta’yı cezbedip oynamaya teşvik etmek için söyledi aslında cebindekini. Başladılar oynamaya. Kılıç çekiyorlardı. Para sürekli el değiştiriyordu.
Erkenci müşteriler kahvehaneye gelmeye başlayıncaya kadar al papazı ver kızı oynadılar. Mehmet Usta, kendisinden aldığı borç paraları geri ödediği gibi rakibini soyup soğana çevirmiş, Keskin Mustafa’nın cebinde ‘delikli kuruş’ kalmamıştı. Eve geldi, çardağa çıkıp uzandı. Çelemli, yeni ve çok sıcak bir güne daha hazırlanıyordu. Güneşin doğacağı dağın üzerinde gökyüzü bakır kırmızısına kesmişti. Güneş, sıcak olacağı günleri daha doğmadan belli ederdi. Keskin Mustafa kendine çok kızıyor, söyleniyordu ”Ulan adi herif, ulan aşağılık adam! Akşam yattığında cebinde 600 Lira paran vardı. Yatsaydın aşağı.
Cebini mi deldi o para da Mehmet Usta’nın üç Lirasına diktin gözü! Rahatladın mı şimdi akılsız kafa?” Rahatlamıştı rahatlamasına da şunu öğrenememişti o yaşına kadar: Kumarın kazananı olmazdı… Kumarın hep kaybedeni vardı. Avcı hikâyeleri nasıl vurmak üstüneyse kumarcı hikâyeleri de kazanmak üzerinedir. Hep kaçan balıklar büyük olacaktır. Ne kadar çok kazanılırsa kazanılsın; bir sonraki oyunun sermayesinden başka bir şey değildi o para… Kumar, kazanmak üzerine kurgulanmış bir oyun gibi gözükse de kaybetmek üzerine kurguluydu aslında… Ama Keskin Mustafa bunu hayatı boyunca hiç öğrenemeyecekti.
Ali Ayaz,
26 Ağustos 2018
Pazar, Adana