Geçmişte giriş katta oturduğumuz apartmanın caddeye bakan mutfak camını sonuna dek açık unuttuğum bir iş gününde, karşı komşu telefon ederek durumu bana haber verdi. Haber vermekle birlikte çareyi yine kedisini üretmiş, camı basitçe kapalıymış gibi görünür hale getirmişti. Yine ütüyü fişte unuttuğum kaygısına kapıldığım (aslında fişi çekmişim) başka bir iş gününde, komşumu arayarak elektrik akımını sağlayan şarteli kapatmasını rica etmiştim. Ricamı geri çevirmeyen komşum benim gözümde, şu günlerde sıkça işittiğimiz “artık şehirlerde komşuluk kalmadı” klişesini kırmıştı.
Bu örneklerde komşuluk perspektifinden varlığını somut biçimde kanıtlayan olgu “sosyal sermaye” değildir de nedir? Bu bağlamda düşündüğümde bir başka soru daha geliyor aklıma; “Kent nedir?”
Kentlerde yaşasak da komşuluk hala varsa kentin günümüzdeki tanımına ve algısına bakmak lazım. Disiplinler arasında olduğu kadar aynı disiplin içerisinde farklı tanımları olan kent, toplumlara ve içinde bulunduğu zaman dilimine bağlı olarak değişiklik gösterir. Kimileri kentte yenilik, hareketlilik, gelişim ve özgürlük görmekteyken bir diğeri suç, şiddet ve ahlaki yozlaşma görebilir. Bu noktada; “kent oluşan görgü ile tanımlanmaktadır” desek sanırım yanlış olmaz.
19. yy düşünürleri Marx, Engels, Simmel ve Weber, kentleşme olgusunu açıklamaya çalışırken toplumsal değişimleri ön planda tutmuşlardır. 1920’lerde Chicago Okulu ise Darvinci bir perspektifle kentsel gelişmenin getirdiği mekânsal farklılıklaşmaları ve eşitsizlikleri doğal bir süreç olarak kabul etmiş, değiştirilemeyeceği yorumunda bulunmuştur. 1970’lerde kapitalist üretim süreçleri ile Neo-Marksist kuram ortaya çıkmıştır. Bu kavrama öncülük eden düşünürler eşitsizliği doğal ve değiştirilemez gören yaklaşımı eleştirmiştir. Son olarak 1990’larda kentleri küreselleşme kavramıyla ele alan dünya kentleri yaklaşımı oluşmuştur.
Bilgilerin, kavramların ve kuramların yenilendiği, yeni sandığımız unsurların hızla eskidiği, baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı bir çağdayız ve kentsel gelişmeler de bu durumdan nasibini almaktadır. Bununla birlikte kent ve kentsel gelişmenin sadece fiziki bir anlam ifade etmediği kabul görmüş bir gerçektir. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde kırın giderek silikleştiği hatta kır-kent ayırımının giderek ortadan kalktığı bir süreç yaşanmaktadır. Kırda; OSB’ler ve turizm bölgeleri kentlerde ise hobi bahçelerinin ötesinde kentsel tarımdan bahsedilmekte hatta Avrupa’da teras tarımı başlamış durumdadır. Organik tarıma olan ilgi, kenti de bu sürecin içine çekmektedir. Kentler artık eskiden olduğu gibi “yağ lekesi” şeklinde değil “saçaklanarak” büyümektedir. Birçok yerde, bir kent merkezinin nerede olduğunun yanı sıra kentin nerede başlayıp nerede bittiği anlaşılamamakta çok merkezli yapıya sahip kentler ulusal ve uluslararası ağlarla birbirine bağlanmaktadır.
KENT ve NİTELİKLERİ
Kentler için; sanayi kenti, turizm kenti, liman kenti, ticaret kenti, teknoloji kenti, maden kenti, erkek kent, dişi kent gibi tanımlamalar yapılmaktadır. Hatta biri veya birkaçının bir arada olduğu çok kimlikli kentlerden de bahsedilebilir. İşlevleri ve dünya bağları nedeniyle küresel, bütün ülkeye hitabı nedeniyle ulusal, kendi değerlerini üretmesi ve koruması nedeniyle yerel kentler vardır. Yerelden küresele, küreselden yerele açılan, değerlerini koruyarak yenilikleri reddetmeyen şehirler vardır. Örneğin İstanbul bence böyle bir kenttir.
Bu durumun devamında ise sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kent kavramları türemiştir. “Sürdürülebilir kentleşme ile ilgili yapılan tanımlamaların bir sentezi yapıldığında üç unsur ön plana çıkmaktadır. Birincisi, kentlerde yaşayan insanların, kent ile olan ilişkilerinde, kentin ortak alanlarının kullanımında ve kamu hizmetlerinin alımında yaşam kalitelerinin arttırılması sorununun aşılmasıdır. İkincisi, kentin bir yerleşim birimi olarak kendi varlığını devam ettirebilme yetisinin güçlendirilmesidir. Son olarak da, kentin çevre değerlerini taşıma kapasitelerinin üzerinde kullanımı ile kaynakların dönüştürülmelerinde var olan üretim ve tüketim kalıplarının temelinde sorgulanması gereğidir.” (Bayram, 2001: 256)
Birleşmiş Milletler 1976’da başlattığı HABİTAT toplantılarıyla iyi planlanmış, iyi yönetilen, iyi hizmet götürülen ve istihdam olanakları sunan kentlerin oluşması için dünyanın her yerinden kent sakinlerini sivil toplum, kamu, özel sektör ve yerel yönetim temsilcilerini bir araya getirmiştir. Toplantıların amacı; iyi planlanmış, iyi yönetilen, barınma ve diğer belediye hizmetlerinin karşılandığı, herkese iş imkânı sunan kentlerdir. Yirmi yıl ara ile yapılması planlanan, gelecek için vizyon belirlenen toplantının yapıldığı tarihte dünya nüfusunun %38’i kentlerde yaşamaktadır.
1996 yılında İstanbul’da yapılan ikinci HABİTAT toplantısını, birçoğumuz günler süren hazırlıkları ve felç olmuş İstanbul trafiği eşliğinde hafızamıza kodlamışızdır. Bu ikinci toplantıya sivil toplumun da katılımı sağlanmış, böylece devlet dışı katılımcılar da konferansta yer almıştır. Sadece üye ülke delegasyonlarının katıldığı toplantıların yeni paydaşlara açılması, sürdürülebilirliğin gelişmesi ve yaygınlaşması açısından önemli bir adımdır ve 1996’da dünya nüfusunun %45’i kentlerde yaşamaktadır. Bu toplanma sonucunda üç kavram öne çıkmıştır; sürdürülebilir, yaşanabilir ve hakça’ lık. Yani bu tanımların üzerinden geçmek gerekirse; toprağı ve suyu gelecek kuşaklara yetecek biçimde kullanmak, çevreye verilen tahribatı azaltmak, insani olarak bölüşme konusunda duyarlı olunmasıdır.
2016’ya gelindiğinde ise dünya nüfusunun %55’i kentlerde yaşamaktadır ve “Tesadüfler sonucu değil, tasarladığımız dünyada yaşamak istiyoruz” olgusu yaygındır. Quito’da düzenlenen HABİTAT III‘ de ise; kentlerde merkezi değil yerel yönetişim istendiği, katılımcı demokrasi olmasının savunulduğu, eşitsizliği ve yoksulluğu ortadan kaldıran, doğayla uyum içinde sürdürülebilir ve kapsayıcı kalkınma; insan haysiyetine yakışır konutlarda, karma mahallelerde eşitlik, birlik ve beraberlik içinde yaşamak istendiği dile getirilmiştir.
Yazımın giriş bölümüne dönersek eğer; “Şehir Nedir?” sorusunun cevabını HABİTAT III’ de dile getirilenler oluşturmaktadır. Ek olarak naçizane ekleyeceğim husus, komşuluk ilişkilerinin (eskiye göre azalmış olsa da) devamı ve sosyal sermayenin korunmasıyla bir beraberlik içinde hayatın sürdürüldüğü nüfus yoğun yerlerin şehir tanımına eklemesidir.