Türkiye’nin, modernleştirmeci Kemalist ideolojiyi, bu yeni dönemin sivil ve demokrat bakış açısının uzun erimli ve çağdaş verileri ışığında, yeniden yorumlayıp hayata geçirebilecek bir zihniyet olgunluğuna ulaşmasının vakti hâlâ gelmedi mi?AKP Mersin milletvekili, anayasa hukuku profesörü Zafer Üskül’ün, Anayasa’da “Atatürk milliyetçiliği ile Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlılığın” yer almamasının doğru olacağına ilişkin olarak dile getirdiği görüşler, kamuoyunda, “Kemalist ideoloji”nin anayasal konumu ve içeriği hakkında önemli ve yararlı bir tartışmaya yol açtı. Ancak tartışmanın, teknik boyutundan önemli ölçüde izole edilerek, kamuoyuna, birtakım slogan ve sav sözler üzerinden siyasi mesaj vermek amacıyla ideolojikleştirilmesi, her önemli mesele gibi bu konuyu da gerçek anlamıyla konuşmamızı önledi. 1982 Anayasası’nın mimarı Kenan Evren, Atatürk ilke ve inkılâplarının Anayasa’dan çıkarılması halinde, Türkiye’nin, temel dayanağını yitirmek suretiyle İran’a, Suudi Arabistan’a döneceğini ifade ederken, CHP lideri Deniz Baykal, “Seçim yeni bitti, dakika bir, gol bir” demekle, AKP’nin rejim açısından sorun üreten bir parti olduğunu ima etti.Üskül’ün sivil anayasa tartışmaları çerçevesinde “Kemalist ideoloji” veya “Atatürkçü düşünce sistemi”ni, anayasal konumu bakımından kamuoyu gündemine yeniden getirmesi nedeniyle şu soruları sormak artık çok daha aktüel bir içerik kazandı: Kemalizm’i, Atatürkçülüğü ya da “Atatürkçü düşünce sistemini” bir ideoloji olarak mı, yoksa ortak, kurucu bir ulusal değer ve mitos zaviyesinden mi algılamalıyız? Şayet ideolojik bakış açısı esas alınacaksa bunun parametrik açılımlarının hangi düşünsel amentü üzerine bina edilmesi gerekir?
Atatürkçülüğün ideoloji olmadığını savlayanların dayandığı en temel gerekçe, ideolojilerin statik ve şabloncu, belirli düşünce kalıplarıyla olaylara yaklaşmayı gereksindiği, bunun ise bütün farklı dünya görüşleri üzerinde olması gereken milli birlik ve bütünlük kavramını oluşturan ortak ve kurucu ulusal değerlerin birleştirici özelliğine ters düştüğü hususudur. Dogmatik ve totaliter bir katı ideolojik anlayışı, ideolojilerin bütününe eşitlemekle malul ve nakıs bu iddiaya karşı öncelikle ifade edilmesi gereken gerçek; birer düşünce, inanç ve fikir sistemi olarak ideolojilere antipati duyan bir zihniyetin ne kadar demokrat olabileceğidir?Siyasetsiz ve ideolojisiz demokrasi olamayacağına göre, bu kavramlara karşı apriori olarak fobi geliştiren ve bunu fikirsiz ve absürd bir pragmatizmle kamufle eden apolitik bir düşünsel yaklaşımla ona bağlı pratiğin, depolitizasyonu esas alan otoriter ve giderek totaliter bir anlayışın değirmenine su taşımaktan başka bir işe yaramayacağı aşikârdır.