İnsan, nedense emekli olduğunda; yapacak işi (hobileri dışında) olmadığında, hele bir de duvarda takvim, kolunda saat olmayınca her günü aynı sanıyor. Oysa, kazın ayağı dışarıda ki yaşam trafiğinde öyle değil işte!
Pazartesi Sendromu, diye bir hafta başımız vardır.
Çalışan işçi, memur o gün geldi mi, değil işe gitmeyi, canı evden hiç çıkası gelmiyor. Eh, bir de cumadan beklemede kalan işler yığılı olunca masanda, eh hele ki aynı güne denk geldi mi, yandı gülüm keten helva…
Çünkü hafta başını çeken pazartesi günü yoğun olur.
Çünkü o gün; iş trafiği fazla, işçi az ve iş gücü çok olur.
O gün işi olana da beklemek zul gelir.
Ben de bugün, yani pazartesi günü Edremit Aksa’ya gittiğime bin bir pişman oldum. 76.sıra no’yu anca alabilmiştim. Bana gelene dek, daha önümde tam 60 kişi vardı..!
Keşke yanıma kitap alsaydım. 250 sayfalık bir kitabı okuyup bitirirdim vallahi!
Tam 3 saat bekledim. Zaman öldürmek, böyle bir şey olsa gerek. Üç saatte insan neler neler başarıp üretmez ki. Çok şükür tam öğle saatinde sıra numaram okunmuştu.
İşim biter bitmez soluğu dışarıda aldım. Ve İda’nın sert esintisine bıraktım kendimi.
Havada keskin kar ayazı vardı.
Eve gitmek için durakta minibüs beklerken banka oturmak istedim. Ama bankın tam ortasında bir kedi uzanmış, boylu boyunca yayılmış uyuyordu. Onu rahatsız etmeyeyim diye usulca yaklaştım ve bankın tam ucuna oturdum.
Ah, bir de ne göreyim?!
Kedi uyanıp kucağıma zıplamaz mı!
“Git be pisicik, üstüm başım tüy olacak…” Der demez, kedi yeniden banka atlayıp uzandı.
Sanki benim onu istemediğimi anlamış gibiydi. Sırtını dönüp uyumaya başladı.
“Aa, sen ne alıngan şeysin öyle! Sanki seni sevmeye mecburum. Bi de mıçını döndün bana…”
Ayy, demez olaydım!
Ne yapsa beğenirsiniz?!
Kediyi sevmeyince, üstelik dirseğimle hafiften de onu itince uzaklaştı benden.
Geçti tekrar yerine. Ama yine sırtını ikinci kez yine bana dönmüştü. Eh, ben de rahat durmadım. Arada bir ona ses veriyordum:
“Heyy pisi küs müyüz? Hişt ne döndün bana yine mıçını?”
O da kuyruğunu bankın üzerinde sağa sola oynatıyordu. Sanki beni beden diliyle yanıtlıyordu.
Benim böyle davranmakta ki amacım onun bana ne tepki vereceğini test etmekti.
Zira araç beklerken canım sıkılıyordu. Eh, ben de o sırada biraz pisicikle şaka yapmak istedim.
Ah o anda o da bir anda kalkıp yanıma gelmez mi!
Gözlerimin içine baka baka_ birkaç kez miyavlayıp_ sanki benimle konuştu.
Ben de ona “ne o sevmedim diye gücüne mi gitti yoksa?” Der demez olan oldu zaten!
Bu kez de geldi kolumu ısırdı.
Kızacağımı anlayınca da topuklarını yağladı.
Allah’tan montumun dışından ısırmıştı.
Valla canımı da o hırsla öyle bir acıtmıştı ki…
Hem gülüp hem de seslice kolumu ovuşturuyordum…
“Sen kediye şaka mı yapar mısın?! Olacağı buydu işte…”
Emine Pişiren/ Akçay