O günlerde kasabada yeni Kaymakam gelmiş, diye söylentiler oldu. Evet, gerçekten de kasabaya yeni bir Kaymakam gelmişti. Yerel gazetelerden birinde yeni Kaymakam’ımızın fotoğrafını görmüştüm. Altında da birkaç satır haberin yazısı vardı. Bir cuma günü de kendisini gördüm. Kasabanın merkez camilerinden birine cuma namazını kılmak için gidiyordum. Merdivenlerden çıkarken uzun boylu, zayıf, saçların ortadan ayırmış; kravatlı, takım elbiseli birini gördüm. Yere eğilmiş gayet nazik bir şekilde, sıradan bir vatandaş gibi masumane ve doğal bir halde yerden ayakkabılarını alıyordu. Ceketinin düğmeleri ilikliydi. Anlaşılan Kaymakam Bey gerçekten de saygılı ve samimi biriydi. O an gazetede gördüğüm fotoğraf aklıma geldi. Evet, bu adam Kaymakam Bey’di. Kaymakam Bey gerçekten de gelmişti.
Aramızda altı yedi adımlık bir mesafe vardı. Uzak bir mesafe sayılabilir ama bana çok yakın geldi. Kaymakam Bey’in görüntüsü, bana çok sıcak ve samimi gelmişti. Sanki aradaki mesafeyi uzun ve zayıfı adamın, doğal ve samimi hali ortadan kaldırmıştı.
Kaymakam Bey, kasabamızda iki yıldan fazla bir süredir çalışıyor. Kendisi ile hiç yakından görüşmem, konuşmam, sohbetim olmadı ama bende oluşan o yakınlık ve samimiyet hala devam ediyor. Kendisine dair ahaliden ya da memur, amir kesiminden olumsuz en küçük bir davranış duymadım. Duyduklarım hep; iyilik, samimiyet, doğallık…
Kaymakam Bey, kasabamızda gerçekten de gelmişti. Temiz kalbiyle gelmişti, samimiyetiyle gelmişti, kibarlığı ile gelmişti, masumiyeti ile gelmişti. İyi ki de gelmişti…
Memleketimizin böyle doğal, içten, dürüst ve nazik insanlara çok ihtiyacı var. Biliyorum ki böyle Kaymakam Beyler, Vali Beyler, Savcı Beyler, Hakim Beyler… Anadolu’muzda var. Sayılarının daha çok olması dileklerimle sözü merhum şairimiz Abdurrahim Karakoç’a bırakıyorum:
İSYANLI SÜKUT
Gitmişti makama arz-ı hâl için.
‘Bey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim…
‘Şey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı.
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı…
Bir baktı konağa alttan yukarı.
‘Vay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Çekti ayakları kahveye vardı.
Açtı tabakasın, sigara sardı.
Daldı… Neden sonra garsonu gördü.
‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
İçmedi, masada unuttu çayı.
Kalktı ki garsona vere parayı.
Uzattı çakmağı ve sigarayı.
‘Say’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş…
Sandım can evime döktüler ateş.
Sordum: ‘memleketin neresi gardaş? ‘
‘Köy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden.
Ağzına küfürler doldu zehirden.
Salladı dilini.. vazgeçti birden.
‘Oyyy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
(Abdurahim Karakoç-Vur Emri)