İstanbul, beyaz aydınlık bir güne uyandı bugün. Lapa lapa kar yağıyor. Göz kamaştıran bir güzellik içinde sessizce bekliyor sabah. Ağaçlar beyaz duvakları ile yere eğmiş dallarını.
Her biri görkemli bir mütevazilik içinde ruhuma dokunuyor.
Moda Burnu’nda, karla kaplı dallarını beyaz bir tül gibi üzerime sarkıtan bir söğüt ağacının altındayım. Sırtımı gövdesine yasladım. Ruhum konuşuyor.
Dalları köklerine, yeryüzüne, yaşama meyilli kaç ağaç cinsi vardır ki şu dünyada! Tatlı bir kuş cıvıltısıyla dallar sallanıyor, beyaz tozlar dökülüveriyor başımın üzerinden. Ne güzelsin ey söğüt!
Biliyorum tekrarı yok bugünün.
Hayranlıkla izliyorum ahenkle yere düşen kar tanelerini. Bir müziğe benziyor sabah. Karlı Rusya steplerinden doğan bir aşk masalı müziğine.
Boris Pasternak’ın romanından uyarlanan, Maurice Jarre’nin bestelediği, Dr. Jivago filminin duygulu “Lara’s Songs” ezgileri yayılıyor etrafa. Muhteşem kar manzaraları barındıran filmin müziğine ilham veren paragraf hala ezberimde. “Dr. Yuri tam üvez ağacınn karşısına gelince olduğu yere mıhlanıp kaldı. Çingene Kubariha doktorun bilmediği eski bir Rus şarkısı söylemekteydi. Belki de uyduruyordu. Yanık, hazin bir şarkıydı bu. Doktorun tüyleri diken diken oldu. Şarkıya kendini o kadar kaptırdı ki o sırada Lara’yı hatırladı. Onu canlıymış gibi, gerçekten karşısında görüyordu.”
Bir halkı yokluk ve sefalete sürükleyen devrim döneminde Yuri ve Lara’nın aşkını anlatan romanın sonundaki şiir ise insanlığa güçlü bir sesleniştir.
“…Ama işitti sonra
“Kavga çözülmez demirle
Koy kılıcını yerine ey insan!”
Dünyayı barış ve sevgi yaşatmalı.
Biraz ileride çocuğu ile karda yuvarlayan anneyle göz göze geliyorum, gülümsüyoruz birbirimize. Bir martı çığlık atıyor süzülürken özgürce.
Biliyorum tekrarı yok bugünün.
“İnsan yaşama hazırlanmak için değil, yaşamak için doğar. Yaşamın kendisi yaşam olgusu, yaşamın bereketi şakaya gelir şeyler değildir!” Pasternak’ın bu cümleyi yazarken, bir dönem komşusu olan Nazım Hikmet’in “Yaşamak şakaya gelmez ” diye başlayan “Yaşamaya Dair” şiirinden etkilenmiş olabileceği düşüncesi gelip geçiyor aklımdan.
Çantamdan çıkardığım simitten küçük parçalar koparıp karların üzerine atıyorum kuş cıvıltıları arasında. Bir kez daha dökülüyor beyaz tozlar başımın üzerindeki salkım saçak dallardan. Beş altı serçe simit parçalarına konup uçuyor. Yumuşak taze karların üzerindeki kuş izlerinde gözlerim. Ellerim üşüyor ama olsun.
Biliyorum tekrarı yok bugünün.
Moda Burnu’nda, karla kaplı dallarını beyaz bir tül gibi üzerime sarkıtan bir söğüt ağacının altındayım. Sırtımı gövdesine yasladım. Ruhum konuşuyor.
Hepimiz birer söğüt ağacıyız aslında tekrarı olmayan her bir günün içinde. Görkemle geldiğimiz kutsal yaşamın önünde mütevazi bir ruhla eğiliyoruz köklerimize.