10. BÖLÜM ve 6. KISIM
12 Eylül 1980’in Pazar gününü müteakip atinci günlerde yaşadıklarım.
Vicdanınızın sesini dinleyin. Ne olur söylediklerime inanın. Beni burada öldürmüş olsanız bile, bu iftira yalanını imzalamam. Kaldı ki böyle bir fiilin içinde olmadım ki, imzalıyım. İçinde bulunmadığım ve yapmadığım bir sucu bana yıkamazsınız. Ben başı dik onurlu bir biçimde görev yapan öğretmen ve müdürüm. Ben Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden yürüyenim. Asla ve asla benim bu yazdırdıklarınızın hiçbiriyle ilgim ve alakam olmamıştır. Size yalvarıyorum yanlış yapmayın. Yazdırdığınızın ve sorduğunuz soruların muhatabı asla ve asla ben değilim, dedimse de ikna edemedim!
Tekrar bağırıp çağırmaya başladı. Alın götürün bu şerefsiz komünisti, aklı başına gelinceye kadar ıslatıp getirin! O zaman aklı başına gelir ve kuzu kuzu imzalar. Bu sözler ağzından çıkar çıkmaz, beni yaka paça sürükleyerek, bir odaya götürüp attılar! Çeşitli aletlerle sıra sıra işkence yapmaya başladılar. Gözlerim bağlı olduğundan, işkence aletlerinin darbesinin dışında, neyle vurduklarını görmedim. O aletlerle sırasıyla uzunca bir müddet, işkence ettiler. Sonrasında sert bir cisimle sağ elimin başparmağıma vurdular. O anda kolumun uyuştuğunu ve sağ elimden amansız bir acıyı duymaya başladım. Allah kahretsin parmaklarımı kırdınız, dedim.
Bu ne ki diğerlerini de teker teker kıracağız, dediler. O da yetmedi, en son bir sandalyeye oturttular. Parmaklarıma telleri bağladılar. Bir kişi omzumdan basıyor, diğer binside aracı çeviriyordu. O andaki aklımda kalan tek bir acı, yüreğim yerinden kopup ağzıma geldiğiydi. Gerisini hatırlamıyorum.
Uyandığımda, sırılsıklam su içinde upuzun yerde yattığımı ve karanlık bir odada olduğumu fark ettim. Ne kadar bir zaman geçtiğini bilemiyordum. Sağ elimin acılar içinde olduğunu hissediyordum. Sol elimle başımı yüzümü ve bedenimi yoklamaya çalıştım. Her yanım ağrı ve sızılar içindeydi. Tiril tiril titriyordum. Dişlerim bir birine değiyor, şakır şakır sesler çıkarıyordu. Açlık, susuzluk ve işkence beni bitirmişti. Yerimden kıpırdamaya gücüm kalmamıştı. Ölümle burun bununaydım. Sanki son nefesim ağzımdan çıkar gibiydi. Yaptığım bir şey vardı, oda sol elimle sağ elimi tutmaktaydım! Başparmağımı avcımın içine almış öylece tutuyordum. Elimin şiş olduğunu hissediyordum. Ama parmağım kırılmışımıydı bilmiyordum! Ara sıra yüzümü okşuyordum, cansızdı ve tepki vermiyordu. Anladım ki, bütün bedenim uyuşmuş! Acı dolu işkenceyi düşünürken, neyse ki buna da şükür demek ki yaşıyorum demek geldi içimden! Bir anda odanın kapsı açıldı ve elektrik yakıldı. İki jandarma içeri girdi. Her biri bir kolumdan tutup uzandığım yerden kaldırdılar. Sonra gözlerimi bağlamadan sorgu odasına sürükleyerek götürdüler.
Meğerse O gece, o işkenceyi gördükten sonra, Arpaçay karakol komutanlığı tarafından, merkez karakol komutanlığına benimle ilgili suçsuz olduğuma dair bazı bilgiler gönderilmiş. Şayet hakkımdaki yazı işkence görmeden önce gönderilmiş olunsaydı, beklide işkence görmekten kurulabilirdim. Bu düşünceyi aklımdan geçirdiğimde, ayakta duracak halde değildim. Her bir kolumda jandarmalar vardı. O anda o kadar yorgun ve bitkindim ki, bıraksalar yere yığılıp kalacaktım. Allah’tan ki jandarmalar kollarımı omuzlarına almış o şeklide sımsıkı ayakta tutuyorlardı. Aldıkları yerden sorgu odasına götürdüklerinde ayaklarım yerde sürünüyordu. Beni bu şekliyle sürükleyerek masada oturan kişinin karşısına getirdiler. Masada oturan kişinin omuzlarındaki yıldızları saydığımda, yüzbaşı olduğunu anladım! Yüzbaşının ilk sözü, geçmiş olsun demesi oldu. Yüzbaşının geçmiş olsun demesini hayretle karşıladım. Karşılık vermedim ve ses çıkarmadım. Çıkarmak isteseydim bile, sesimin çıkıp çıkmayacağından emin değildim. Yüzbaşı geçmiş olsun sözüne devamla!.. Bakın öğretmen bey, bu bir ihtilaldir, bunu bilmeniz gerekir. Bu gibi dönemlerde “kurunun yanında yaşta yanar.” Bu vesileyle hakkınızda gerçek bilgiye kısmen de olsa ulaşmış olduk. Her ne kadar hakkınız da olumsuz ihbarlar ve şikayetler olsa da, bunların yalan ve asılsız olup olmadığını araştırmak görevimizdir. Şimdi size birkaç soru soracağım. Sorduğum sorulara doğru cevap verirseniz, kendinizi kurtarır ve vatana, millete hizmet etmiş olursunuz, dedi.
Ben zaten vatana millete hizmet ediyordum. Ne yazık ki mükâfatımı bu işkenceyle almış oldum.
Şimdi bırakın bu serseniz laflarını? Benim size soracağım olaylardan en önemlisi, Kıraç köyünde meydana gelen süt olaylarını nasıl yaptın ve kimlerle yaptınız, onu cevaplamanızı istiyorum, dedi?
Benim bu olaylarla ilgili bir bilgimin olmadığını, bu olayları yapanları tanımadığımı, bilmenizi isterim. Kaldı ki Kıraç köylü şahıs aynı zamanda benim akrabamdır. Ona bir kötülük yapılması demek, bana yapılmış sayılır. O olayları yapanların kimler olduğunu bilmem ama, kimler olduklarının kayıtları Arpaçay Karakol Komutanlığında ve TC. Savcılığınca mevcuttur. Onun dışında başka bir bilgim olmamıştır. Bildiğim bundan ibarettir, dedim. Vermiş olduğum bu ifadem, aynen yazıldı. Bende okuyup imzaladım.
Yüzbaşı, kusura bakmayın öğretmen bey, sizin hakkınızda verilen suçlamalarının araştırmasını yapmamız gerekiyor. Bu nedenle araştırma tamamlana kadar misafirimiz olacaksın, dedi.
O kadar halsizdim ki, yüzbaşının ne dediğini anlamamıştım bile. O anda sesim bile zor çıkıyordu. Verilen bu emir üzerine, askerlerin kolunda tekrar nezarethaneye getirip bıraktılar. Arkadaşlar, kendi acılarını unutup, benim başıma toplandılar. O anda arkadaşlara nasıl göründüğümü sordum. Onlarda yüzümün kömür gibi simsiyah olduğunu söylediler. Bir anda aklıma gelen bir gün önce N. başım üstünde duruyor mu dediyidi? Başım yerindeydi ya! Gerisi teferruattır. Bu düşünceyle kendimi teselli ettim. Müstahdemin vermiş olduğu montu yastık yaparak, betonun üzerine sırt üstü uzandım. Yapılan işkencenin acısıyla dalıp gittim. Uykuya dalıp gitmenin sonunda, N. dürtüklemesiyle gözlerimi açtım. Etrafıma bakındığımda, nezarethanede kalanlar, bağdaş kurup oturuyorlardı. 7. Günün saat onu olmuş ve benimle sorgu tamamlanmıştı. Hakkımızda verilecek kararı bekliyorduk. Bu karmaşık düşünce içerisindeyken, içeri bir binbaşı girdi.
DEVAM EDECEK
Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar ve Şair