10. BÖLÜM ve 5. KISIM
12 Eylül 1980’in Pazar gününü müteakip altıncı günümde yaşadıklarım.
O günden sonra, bizlere üç gün daha ekmek su vermediler. Açlık ve susuzluktan ötürü olsa gerek, gözlerimin ışığı azalmaya başladı. Artık açlık hissetmediğim halde oturduğum yerden de kalkacak ferim de kalmamıştı. Üzerimde büyük bir yorgunluk vardı. Tabi oradakilerin tamamı aynı durumdaydı. Yerdeki soğuk betona, sere serpe serilmiştik. Buna da razıydım, rahat bıraksalardı. Ne çare ki bu düşündüklerim pekte uzun sürmedi. Mavi pareli bir asker, kalkın ayağa diye bağırmaya başladı. Bu gecede sizlere uyumak yasak edildi. İfade vereceğinizden ayakta durmanızın gerekiyor. Bu nedenle kesinlikle uyumanız söz konusu değildir. Sakın ola dediklerimi unutup, sorun çıkarmaya kalkışmayın, anladınız mı?
Deyip, gitti! Az bir zaman sonra, isim okunarak çağrılmaya başlandı. İlk ifadeye götürülenlerden bir ve iki numara memurla, müstahdemdi. Gidenlerin gözlerini siyah bir bantla bağlıyorlardı. Sonrasında koluna girip götürüyorlardı. Gidenlerden bazıları geriye getirilmiyordu! Geriye gelen şahıslara da, çok aşırı işkence yapıldığı her hallerinden belli oluyordu. Hele memura yapılan işkence tarif edilecek gibi değildi. Bu korkunç işkenceler beni haddinden fazla endişelendirmekteydi. Gidip gelenleri gördükçe, N. adlı öğretmenle birlikte bizimde başımıza nelerin gelebileceğini anlatıp duruyorduk. Buradan kurtulup kurtulmama sonrasına plan yapıyorduk. Bu arkadaşla birlikte TÖB-DER Yönetim Kurulunda çalışmıştık. O bizim kurucu yönetim kururlu başkanımızdı. Çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Bana her gün, yaşamdan umudunu kestiğini, baksana gidenlerden geriye getirilmeyenler var? Bunlar ikimizde işkence yaparak öldürecekler, diyordu. İşkenceden gelenleri gördükçe, beni benzi solup gidiyordu. Bak arkadaşım hangimiz buradan sağ çıkarsak, eşimize ve çocuklarımıza babanız hiçbir zaman başını eğilmedi, söyleyeceğiz diyordu! Bu sözü ben tutacağım. Söz ver sende tutacağına. İki sözünün bir başı, bana söz ver deyip, duruyordu!
Biz kendi aramızda bu gibi karamasallığı konuşup duruyor ve sonrasının planlarını yapıyorduk. O kesinlikle, işkencede öldürüleceğinin korkusunu yaşıyordu. Benimde ondan geri kalan yanım yoktu. O gün yedinci günü yaşıyorduk. Gün batımı olmuştu, küçük bir lamba ışığının altında bir birimize tutunarak ayakta durmaya çalışıyorduk. O anda bende ona korkularımı anlatmaya başlamıştım ki, o anda iki jandarma içeri girdi, ilk olarak O’un adını söyledi. O da benim dedi. Jandarmalar hemen koluna yapıştılar. Ellerindeki siyah bantla gözlerini bağladılar. Sonrasında, her biri bir koluna girerek, alıp götürdüler. Aradan geçen iki saatlik zaman sonra, iki askerin, kollarında yerde sürüklenerek getirip içeri attılar. O anda ben boynuna sarılıp üzerine eğildim. O da elimi tuttu. Ne olur başımı bul. Başımı bedenimden ayırdılar, diyordu! Yalvarıyorum sana ne olur başımı bul. Başım üstümde duruyor mu? Diye inlemekteydi! O anda başını kollarıma aldım. Upuzun yanına uzanıp yattım. Bir elimle gözlerimden akan yaşları silerken, diğer elimle başını okşuyordum. Korkacak bir durum yok, başın yerinde duruyor diyordum. Ben bir yandan duruyor derken diğer yandan da İçeride bulunanları sayıyordum. Gördüklerinin yarısından fazlası geriye getirilmemişti. Demek oluyordu ki ya bırakıldılar, yâda başlarına bir hal geldi. Yedinci geceydi ve en sona ben kalmıştım. Ben arkadaşın başını sımsıkı tutmaktayken içeri giren iki asker benim adımı söylediler. O anda ayağa kalktım ve benim dedim. Benimde gözlerimi siyah bantla sıkıca bağladılar. Bu işlem bittikten sonra, koluma girip götürdüler. Götürdüklerinde az bir süre yürüdükten sonra, merdivenlerden yukarıya çıkardılar. Kapı çalındı ve içeriye girdik. Jandarmalar tekmil vererek, Mürsel Adıgüzel’i getirdik komitanım dediler. Sonra beni ileri doğru götürdüler. O zaman anladım ki beni sorgulama yapacak kişinin karşısına götürülüyorum. Rütbesini bilmediğim kişi, hemen sorgulama işlemini yapmaya başladı.
Bay komünist Mürsel Adıgüzel, şimdi senin işlemiş olduğun suçlarını yüzüne karşı okuyorum. Dikkatlice dinle ve cevap ver?
Bu sözü söyledikten sonra, akla hayale gelmeyen ve benim düşüncemle örtüşmeyen birçok suçu saydı.
Ben böyle bir suç işlemiş değilim ki sayıyorsunuz, dedim.
Ben anlamam, şimdi bu söylediklerime yaptığına dair evet dersen, sana işkence yaptırmam. Eğer evet demezsen, arkadaşlarına yapılan senada yapılır! Kaldı ki bu suçları işlediğine dair elimde fazlaca delil ve ihbarlar mevcuttur. Hakkında, işlemiş olduğun suçları bildiren, dilekçeler mevcuttur. Bize güçlük çıkarmadan işlemiş olduğun suçlarını kabul et ve imzalayıp git. İşkence görmeden, suçun neyse cezanı çekersin, dedi!
Benim cevap vermeme zaman bırakmadan, yaz asker, dedi. Ağzımdan bir kelime dahi çıkmadan, sanki ben itirafta bulunuyormuşum gibi, yazdırmaya başladı. Bana istinat edilen asılsız suçlamaları, kendi düşüncesine göre yazdırıyordu. Yazdırma işlemi tamamlandıktan sonra, yazdırdıklarını okumaya başladı. Kıraç köylü İsrafil’in süt olayından tutunda, Kars ve çevresinde ne kadar faili meçhul olay yapılmışsa, tamamını sanki ben yaptırmıştım. Sanki bu suçların tamamını ben işlediğimde, o da yanı başımdaymış gibi yazdırdı. Bu yazdırdıklarını okuduktan sonra, elime kalemi tutuşturdu. Şimdi vermiş olduğun bu ifadeni imzala git, dedi!
Ben hiçbir şey yapmadım ve de yaptırmadım. Kaldı ki bu yazdırdıklarınız bana istinat edilen asılsız suçlamadır. Gözlerimi açın ve soracağınız soruları yüzüme karşı sorun? Bende dost doğru cevabını vereyim. Daha sonrada imza edeyim. Kaldı ki, siz kendi kendinize yazdırdıklarınızı, imzalatmak istiyorsunuz. Ben asla ve asla işlemediğim suçları kabul edip böyle bir ifadeyi imza etmem, bilesiniz dedim!
Bu sözlerim üzerine, ağza alınmayacak küfürler etmeye başladı. Bu işlerin tamamını sen yapmışsın ve imza edeceksin, anladın mı? Şimdi! Bak ulan birde inkârdan geliyor komünist, pici!
Hayır, tekrar ediyorum, sizin bu saydıklarınızla ilgi ve alakalı hiçbir suç işlemedim ki imzalıyım. Tekrar ediyorum, sizin bu yazdırıp okuduklarınızın hiç biriyle, uzaktan ve yakından ilgim ve alakam olmamıştır. Siz kendi kendinize yazdırdıklarınızı, suçummuş gibi imzalatmaya çalışıyorsunuz. Elinizi vicdanına koyun ve boşu boşuna bana suç yüklemeye çalışmayın. Bu yazdırmış olduğunuz suçların tamamının benimle uzaktan ve yakından hiç bir ilgi ve alakası olmayan, suçlardır. Bu durumda bu suçları kabul edip, imzalamamı nasıl istersiniz benden!
Bu sözüm üzerine tekrar bağırıp çağırmaya başladı. Şimdi imzala ifadeni diyorum, yoksa fena olacaksın. O anda tekrar akla mantığa sığmayan küfürler etmeye başladı. Tekrar sağ elimden tutarak kalemi parmaklarımın arasına yerleştirirdi. İmzala olan komünist köpek, yoksa senin parmaklarını kıracağım, dedi!
Sayın komutan, ben komünist falan değilim. Ben Atatürkçü bir öğretmenim. Ben asla ve asla hiçbir zaman ve de herhangi bir olaya katılmış da değilim. Size hasımlarım tarafından uydurma ihbarlar yapılmış olabilir. Bu benim suçlu olduğumun kanıtı olamaz. Lütfen yanlış yapmayın. Küfür etmeyin. Ben suçsuzum ve bu yazdıklarınızı asla imzalamam bilesiniz. Kaldı ki ifademi almadan beni suçlu duruma düşürmeye çalışıyorsunuz.
DEVAM EDECEK
Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar ve Şair