10. BÖLÜM ve 4. KISIM
12 Eylül 1980’in Pazar gecesi yaşadıklarım.
Bu talimata mutlak uyulması gereklidir. Sakın ha nöbetçi erlerini rahatsız etmeyin. Şayet disipline uymayıp gereksizlik içinde olanlar olursa, cezası çok ağır olur bilesiniz, deyip gitti!
Yorgun ve bitkindim, betona sere serpe serilip uyumaya çalıştım. O geçeği böylece soğuk beton üzerinde yatarken, gece yarısında uyandım. Çenem çeneme değiyordu ve tiril tiril titriyordum. Bu seslere uyanan müstahdem, sırtındaki deri kabanı çıkararak bana verdi. Hiç unutamayacağım bir söz söyledi. “Müdürüm, ben gencim dayanırım, yeter ki sana bir şey olmasın”, dedi.
O günden sonra üç gün aç ve susuzuz kaldık. Sadece çay istiyorsak veriyorlardı. Gözlerimin ışığı azalıyordu, ama artık alcık hissetmiyordum. Üç günde ağzıma çaydan başka hiç bir şey girmemişti. Üçüncü akşamı beni tanıyan komando jandarma eri M., camdan bana işaret etmeye başladı. Pencerenin kanadını aç dedi ve açtım. İki ekmeğin arasına kaşar peyniri yerleştirmiş ve gizlice bir paket sigarayla birlikte verdi. Diğer nöbetçilere göstermeyin, deyip gitti. O anda kişi sayısına göre ekmeği birer lokma yaptım ve herkesle paylaştım. Sigarayı da sobanın altına koydum. Ekmek bir lokmada olsa midemize inmişti. Bu olanları diğer askerler nasıl olmuşsa görmüşlerdi. Meğer bu askerlerin arasında, ispiyoncular varmış. Onlardan birisi gördüklerini astsubaya ispiyon ediyor. Sabah öğleye yakındı, astsubay, M.jandarmayı yanına getirtip, karşısına dikti. Tutuklu olduğumuz nezarethanenin penceresi, bahçeye bakıyordu. Bizler ancak o pencereden dışarısını görebiliyorduk. Bir baktım ki, mavi pereli astsubay, M. jandarmayı sorguluyor. Demek sen emirlere karşı gelip, içerideki komünistlere ekmek ile sigara verdin öyle mi?
Mahmut jandarma inkâr etmedi, acıdığından dolayı verdiğini söyledi.
Bu söylem astsubayı çileden çıkardı. Öylemi, şimdi görürsün acımayı sen. Dedikten sonra, M.yi bayılıncaya kadar, dövdü. Öyle bir dövme ki, havaya sıçrayıp tekmeyle göğsüne vuruyor ve yere yuvarlıyordu. Yakasından tutup kaldırıyor ve tekrar tekrar yumrukluyordu. Yere yuvarlanan M.nin başını tekmeliyordu. O kadar acımasızca dövdü ki, asker yere yığılıp kaldı. Başka iki askeri çağırdı, alın bu iti götürün? Dedi!
Gelen iki asker, yerde upuzun yatan M.yi kolundan tutarak, sürüyerek götürüp gittiler. O günden sonra bir daha M. Adlı jandarmayı görmedim. Astsubay bu kez de bizim nezarethaneye geldi. Sigarayı bulmak için, her birimizi teker teker arattı. Sigarayı bulamayınca kızıp köpürdü. Bu sigara kimdeyse ortaya çıksın dedi. Ortaya hiç birimiz çıkmadık. Ama o sigarayı aramaya devam etti. Arama sonucunda sigarayı koyduğum yer olan, sobanın altında buldu. Bu sigarayı buraya kim koyduysa ortaya çıksın. Size ekmek ve bu sigarayı verenin cezasını nasıl verdiğimi gördünüz. Eğer bu paketi buraya saklayanı söylemezseniz, hepinizin akıbeti o şekilde olur, anladınız mı? Olan pis komünistler, şerefsizler. Sizin topunuzun anasını s.k.m diyerek bar bar bağırmaya başladı. Yinede hiç birimizden ses çıkmıyordu. Sigarayı oraya benim koyduğumu hiç birisi söylemedi. O anda başçavuş daha çok sinirlenerek, iki öğretmenin yakasından tuttu. Siz ikiniz koydunuz değil mi? Dedi!
Benim aklıma yoldaki hadise geldi. A’nin dövülme hadisesini anlatmış olabilirlerdi ki, İkisinin yakasından tutarak dışarı çıkardı. Az önce jandarmaya yapmış olduğu işkence yerine götürdü. Bizlerin gözümüzün önünde bu iki arkadaşa, akla ve mantığa sığmayan şekilde insafsızca çok kötü bir işkence yaptı. Bu arkadaşlara yapmış olduğu işkence, askere yaptığının iki, üç katıydı. Sinirini alamadı, kenarda gördüğü araba dingilini alarak, iki kez ayak tırnaklarına vurdu. Bu vuruş sonucunda, bütün tırnaklarından kan fışkırmaya başladı. Her ikisinin yüzü gözü mosmor oluncaya kadar dövdü. Bu arkadaşların yüzleri ve ayak tırnakları kan revan içinde kalmıştı. Her ikisi de diz üstü çokmuş, açılar içinde başları yere eğik bir vaziyette, yandım anam deyip duruyorlardı. Başçavuş kadar işkence yaptıktan sonra, hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp gitti. Az sonra geriye gelerek ayakucuyla başlarını kaldırdı. Askerleri çağırarak, götürün bu it oğlu itleri, deyip tekrar yürüyüp gitti. Askerler bu iki arkadaşı yerde sürükleyerek getirip, nezaret haneye attılar. Kanlarını durdurmak için, nöbet tutan askerlerden yardım istediğimiz halde, askerlerin hiç biri bizleri nazar itibara almadılar. A. ile, Ü’nün ağız ve burunları bir yana, ayak tırnaklarından kan fışkırıyordu. Ayak tırnakları kopmuş ve sallanıyordu. Akan kanları bir türlü durmuyordu. Nöbetçi askere, bir doktorun gönderilmesi için çok fazla ısrarlı olmama rağmen, doktor veya bir sağlık elamanı gönderilmedi. Yaraları sarmaya herhangi bir sağlıkçı gelmeyince, ben gömleğimin kollarını söktüm. Sökülen kolun bir kısmıyla burun ve ayaklarının kanlarını temizledim. Bir kısmıyla da ayak parmaklarına sardım. Benim bu yaptığımı kapının gözetleme deliğinden gören asker, durumu komutanına haber veriyor. Aradan geçen yarım saatlik bir zamandan sonra, bir sağlık görevlisini getirdiler. Sağlık görevlisi benim sardıklarımı açtı ve gerekli temizliği oksijenli suyla temizledikten sonra, kopan tırnakları çekip aldı. Ayaklarını ilaçladı ve burunlarını temizleyip bandajladı. Bir paket pamukla birlikte birkaç paket sargı bezi ve bir kutuda ağrı kesici, merhem ve yara tozu bırakıp, gitti. O gece sabaha kadar, bu arkadaşların iniltisinden uyuyamadık. Olaydan duyduğum üzüntünün ne kadar büyük olduğunu anlatmak istesem de, o günkü yapılanları anlatamaya kelimeler yetmiyor. O olayı gördükten sonra, beni nasıl bir geleceğin beklediğini daha iyi anlamış oldum. İhtilalcıların direktifleri doğrultusunda fişlenenler, ihbar edilenler ve de Atatürkçülüğü savunanlar en ağır cezalarla cezalandırılacağı aklımdan çıkmıyordu. Bunlar bizleri insan kabul etmiyorlardı. Çünkü buradaki yetkililerin davranışları bunu göstermekteydi. Bizleri aç ve susuz bıraktıkları, bu davranışın işaretiydi. Dahası nelerin olabileceği ve başıma nelerin gelebileceği apaçık ortadaydı. Benimle beraber gelenlerin ve bizden önce gelenlerin de tamamı aynı düşünce içindeydiler. Diğer arkadaşlar gibi, bende yavaş yavaş kötüye giden sonumu beklemeye ve daha nelerin olabileceğine kendimi hazırlamaya başladım.
DEVAM EDECEK
Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar ve Şair