Herifçioğlu bildiği bütün küfürleri okumuştu ayaküstü. Ben bir kısmını duymuştum. Geriye kalanları ise sonradan duymuştum. Birini de bugün yeni öğrendim. Arkadaşlarımdan birinin demesine göre bana Kara Şeytan da demişti. Kızacak olur gibi yapıp, sonra da bu hitabı herhangi bir sanal mekanda takma ad (nick) olarak kullanmak düşüncesi doğdu kafamda. Evet, ben Kara Şeytan idim. Ergence bir böbürlenme hissi de geçmedi, değil içimden.
Askerliğim esnasında da, Polatlı’nın bozkırlarında, güneş altında çok durduğumuz için de renklerimiz çok değişmişti. Bölüğün içindeki en kara adam ben idim, diye hatırlıyorum. Kara Kobra idim ben. Daha önce bir yerlerde yazmıştım bunu, askerlik anılarımdan bir bukle olarak. Hatta bölüğüm takma adını da yazmıştım. Kobralar bölüğüydü. Üçüncü bölük. Bir havası vardı yani bölük isminin. Başka da bir numaramız yoktu ya neyse. Bölük komutanı Mustafa yüzbaşı, takım komutanı Cengiz üsteğmen bölüğün namı yürüsün diye bizi sürekli süründürür, güneşte esas duruşta bekletir, karaya döndürürdü rengimizi. Kobralık’ın sadece sürünme kısmıyla ilgilendirip bizi, talim ettirirdi.
Bir gün, Cuma günü, ki bakım kontrol günüdür askerlikte, Cengiz üsteğmen hepimizi soyundurdu içtima ve eğitim alanında. Kol düzeninde idik. 6-7 metre geriden tren yolu geçiyor.. ve tabii trenin içinde insanlar da oluyor idi. Donlarla bekliyoruz, tren yoluna arkamız dönük. Arkamızdan tren geçiyor bazı bazı. Bölüğün bir ucunda dururken, bölüğün ta diğer ucunda bir şey görür gibi oldu, gözlerini kıstı baktı, bir daha baktı.. Üstündekini de çıkar diye bağırdı o yana doğru. Biz de göz ucuyla baktık. Harbiden de biri üstündeki bir şeyi çıkarmamıştı. Nasıl olurdu! Biz sadece paçalı, ponponlu vb çeşit donlarla arkamızdan geçen giden trenler dolusu insanları kendimize güldürürken o kişi nasıl olurdu da don haricinde bir şeyle daha durur idi! Fakat tabii gerçeği anlamamız uzun sürmedi. Arkadaş! Adam nasıl bir kıllı, nasıl bir kıllı! Ürkünç! Yok! dedik. Böyle bir şey mümkün değil! İçlik benzeri bir şey desek, değil. Bu sıcakta nasıl bir içliktir bu. Yok, değil, dedik. Sessiz bakışlar bu ultra kıllı arkadaşın üzerinde yoğunlaşınca sağa sola kaçırmaya çalıştı gözlerini. O esnada Cengiz üsteğmen de o yana ilerlemişti. Sonrasında, topyekun bir sessizlik oldu. Sessiz bir kabul edişle kabul edildi ultra kıllı arkadaşın durumu. Zaten ağustosta kazak giymek gibi zor bir yükü yüklenmiş.. bir şey denemezdi. Fakat sonraları sürünme molalarında, çay bahçesinde çay zamanlarında o günkü seyrek vuruk bir şekilde yine yaşandı. Evet, o! Ultra kıllı adam! Doğal ve kendinden yünlü. Şişş.
…
Yani bu tür belirgin özellikler nelere yol açabiliyor beyinlerde. Sabahleyin öğrendimdi bana kara şeytan denildiğini. Kişi bana onu da demişti üç ay önce. Ben de bugün arkadaşımdan öğrenmiştim. Korkunç bir hal aslında benim halim. Karasınız ve genelde sessizsiniz. Sadece gecenin gözleri gibisiniz. Mülayim desek de, yeridir. Korkutucu bir yön var bunda. Ki ,zaten o kişi de bu sessizliği-sakinliği ve üzerine bir de karalığımı şeytanlık olarak nitelemiş… Uyuşturucu kullandığı için beynÎ-frontal kontrol Suriye sınırı gibi. Direk, şeytan kelimesine gitmiş karalık. Ailesinde bu kelime çok kullanılıyor. Muhtemelen annesi çok kullanıyor. Annesini de bugün gördüm.
Epey bir zamandır, ki bu hal tuhaf bir haldir, bana edilen küfürlere sinirlenmiyor ve onları analiz ediyorum. Öğrencilerimle de zaman zaman bu konuları konuşuruz. Psikolog olabilecek öğrencilerim de var. Haydi! Kişi-ler, bana şunu dedi, sevgili öğrencilerim, ve evvelinde bir tespitimiz var: kişide beynÎ-frontal kontrol Suriye sınırı gibi. Kişi, şöyle bir küfür savurdu. Aslında, kendisiyle ilgili ne demek istedi?
İşi bazen ileri de götürüyorum. Bana küfür eden kişilere, etmek istediğin başka bir küfür var mı? deyince, korkuyorlar niyeyse. Halbuki ben bir an önce başımdan gitmelerini istiyorum.
Yaklaşık bir yıl önce, İstanbul’dan bir telefon geldi. Yine bir tehdit telefonu. Adı Nazmi imiş. Bir şeyler konuştu, konuştu. Ben yine sakindim. Sezdim tabii, kabadayı mıyım değil miyim diye, içsel olarak da yokluyordu. Sakinliğimi sürdürünce, birden parlayıp, ağ…na s…rım, dedi. Aniden parlayıp dedi böyle. Küfür etmedim. Konuştu, konuştu. Yine aniden parlayıp bu sefer sülalemden birkaç kişiye küfretti. Yine bir şey demedim. Nazmi, bir ara soluklanınca, ben, etmek istediğin başka küfür var mı? deyince, yine aynı parlayış şekliyle “ben küfür etmedim ki!” dedi. Halbuki küfürler savurmasının üzerinden iki dakika bile geçmemişti. Yani, sesi titreyince emin de oldum. Etmek istediğin başka küfür var mı? sorumu o şöyle anlamıştı:”Nazmi! Sen bu küfürleri rahat rahat et telefonda, bak ne kadar sakinim, sakinliğimin bir sebebi var…” Bu korkutmuştu onu. Bu korku da epeyce zaman yetti zaten ona.
Yani bakın, küfür etmeden, hem analiz yapıyorsunuz, hem de karşıdaki kişide bir korku oluşturuyorsunuz ve içten içe yiyor kendini, korkuyor. O olay üzerine de ne analizler yaptım? Ne sonuçlara vardım? Söylemeyeceğim. Aklıma bir öykü yazmak geldi, not aldım. Öykü şöyle başlayacaktı: “ ‘Nazmi bir homoseksüeldi.’ Bunu kendi kendine söylediğine inanamıyordu…”
…
Kara Şeytan takma adı hoşuma gitti. Fakat galiba ben her şeytanlığı uyandıran bir şeytanım. İs gibi dolanır is ile Kara Şeytan, boğar olur dürter diğer şeytanları.
Kara Şeytan. Aslında, annemin demesine göre ben kumralmışım. Çocukluktan bu yanlı gezmeyi dolanmayı çok sevdiğim için zamanla kararmışım. Bir şeytanlığım varsa da, benden değildir muhtemelen. Bulaşmıştır insanlardan. Ne yapabilirim.