Baba her yıl iki oğluyla, kar kuyusunu temizlerdi. Kuyunun ağzının taşlarını düzeltirdi. Kar yağışını beklemek, onlar için ekmeklerini kazanmak demekti. Günlerce boşuna uğraşmıyorlardı.
Kar kuyusu konusunda üçü de ustaydı. Hiçbiri hata kabul etmiyor be birbirleriyle kavga ediyorlardı. Arada, “Çuvala girmelisin” sözünü birbirlerine kullanıyorlardı. Çuvala donmuş karı koyup dondurmaya sarıyorlardı. Kuyu hazır, bekliyorlardı.
Şubatın ikinci haftası olduğu hâlde, kar hâlâ yağmamıştı. Kar yağmazsa yaz tatlısı, “Dondurmada” neşeli bir şekilde insanlara sunulamayacaktı. Dışardan kar veya buz satın almakla dondurma kendini korutmazdı.
Kar için, dağları düşündüler, kamyonun kasasında erime olayını durduramayacakları için, kârlı değildi. Kuyuyu dağda yapmayı çok düşünmüşler ama oradan alıp kullanmak oldukça uzun sürecek bir sorundu. İç bölgelerde kar kuyusu da ekonomik değildi. Zaten çok kar düşmezdi.
Bekledikleri kar o gece yağdı. Akşam başlayan kar, sabaha kadar hiç durmadan yağdı. Nerede ise metreye yakın kar yağdı. Beklentileri gerçekleşmiş oldu.
Günün aydınlanması ile yanlarına aldıkları iki kişi daha çalışmalara başladılar. Kuyu sıkıştırılarak dolduruluyordu. Kuyunun kontrolünü baba sağlıyordu. Komşularında yardımlarıyla amaçlarına ulaştılar. Bundan sonra, bahçe düzenlemesine bakabilirlerdi.
Kar kuyusunun dolmasıyla ilçede dondurma sahneye çıkacaktı. Dondurmacılar, satıp bitirdikten sonra başka dondurmacılar ürettikleri dondurmayı satabiliyorlardı. Bu kadar farklıydı. Farklılık lezzet ve erimesindeydi.
Bunların dondurması erimiyordu. Herkes kuyruğa girer ve dondurmasını alırdı. Doğal yapılıyordu, hiçbir şekilde farklı bir şeker türü kullanılmıyordu.
Dondurmayı yediğinde anlaşılıyordu.