Fırtınadan göz gözü görmüyordu. Kar tanecikleri sanki uçuşuyordu. Yere düşüyor havaya kalkıyor ve dönüyordu. Sıcak salonundan, manzarayı seyretmek, çok hoştu. Özellikle patlamış mısır ve kestanenin yanında çayını yudumlarken kişinin keyfine diyecek yoktu.
Fırtınaya rağmen derme çatma bir kulübeden çıkıp önündeki ateşi yakmaya çalışmak. Yanacak ateşte bir şeyler pişirmek. Fırtınayı dışarıda geçirmek.
Pencereden bakmak ve kapıda ateş yakmak için soğukta tutunabilmek. Son anda kulübeye kaçmak. Hiç değilse içeri kar dolmuyor, diyebilmek.
Pencereden bakmak ve fırtına ile boğuşmak. Aradaki farkı yaşayan bilir.
Kulübenin önünde yaktığı ateşte aşını ve ekmeğini pişirecek ve çöpten bir şeyler toplayacak olan ananın, çocuklarının karınlarını doyurabilmek. Kulübede yaşayana, övgü dolu sözler sarf ediyorsun. Karın temizliğinden, beyazlığından ve yiyeceklerin karda bozulmadığından bahsediyorsun.
Tarihte meşhurdur. “Ekmek bulamayan, pasta yesin” demek. Yirmi birinci yüzyılda bu söz geçerli hâle gelmiştir. Yazık bu duruma gelene kadar, har vurup harman savrulacağına halkın ihtiyaçları karşılanamaz mıydı?
İnsanımızı ekmeğe muhtaç eden zihniyete yazıklar olsun.
Türküm doğruyum sözünü okutmayan zihniyete yazıklar olsun.