BBC Focus dergisinin son sayısında yer alan haberi okuyunca 2006’ da yayınlanan “Modern Zaman Hastalıkları” isimli kitabımdan “Kapıcı çocukları neden astım olmaz?” başlıklı yazımı hatırladım. Önce habere kısaca bir göz atalım: “1980’ lerde batıdaki nüfusun sadece yüzde 10’u alerjik hastalıklar geçirirken şimdi bu sayının tam 3 katına çıktığı belirtiliyor, 2015 yılında da bu oranın dünya nüfusunun yarısı olacağı düşünülüyor. Montreal Üniversitesi Alerji Araştırmaları Laboratuarı Müdürü Guy Delespesse, alerji vakalarının kırsal kesimden çok kentlerde görüldüğünü bu durumun da en çok sanayileşmiş ülkelerde yaşandığını belirtiyor.
Alerjik hastalıkların artışını bugünkü toplumun hijyene bakışına bağlayan doktorlar, insanların kendilerini korumak için hijyene çok fazla önem verdiklerini, mikrop ve bakterilerden bu kadar uzak olan bir hayatın da, bağışıklık sistemini zayıflatarak bu hastalıkların oranının artmasına neden olduğunu dile getiriyorlar.
Antibakteriyel hayat tarzının bağışıklık sisteminin gelişmesi için ihtiyaç duyduğu zararsız bakteri ve mikropların vücuda girmesini engellediği belirtiliyor. “
Şimdi de sıra benim “Kapıcı çocukları neden astım olmaz?” başlıklı yazımda:
Astımı olan çocukların anneleri bize hep şöyle yakınırlar:
“Doktor Bey, bakın şu kapıcının çocuklarına. Üstleri başları, elleri yüzleri kir içinde. Bütün gün sokakta tozun toprağın içindeler. Betona oturuyorlar. Koşuyor, terliyorlar. Sokaktan pis şeyleri alıp yiyorlar. Yaşadıkları kapıcı dairesi güneş almaz, küçücük rutubetli bir yer. Üstelik babaları o tek odalı yerde püfür püfür sigara içiyor ama çocukları ne kadar sağlıklı, ne astımları var ne alerjileri. Turp gibiler maşallah.
Bizim bir tek çocuğumuz var. Gözümüz gibi bakıyoruz, yediğine, içtiğine her şeyine dikkat ediyoruz. Doğduğu günden beri doktor kontrolünde. Bütün aşılarını yaptırdım. Odası, giysileri tertemiz. Evimizde asla sigara içilmez. Azıcık terlese hemen iç çamaşırına kadar değiştiririm. Gece en az 3 kere kalkar üstünü kontrol ederim. Ama bizimki en ufak bir üşütmeden hemen hastalanıyor, öksürüyor, nefesi tıkanıyor. 15 gün iyi, 15 gün hasta. Ayda 2-3 kere doktordayız.
Nedir bizim suçumuz, kabahatimiz?’’
Alerjik hastalıkların sebebi temizlik mi?
Dünyanın bütün ülkelerinde her geçen gün artan astım, saman nezlesi, egzama gibi hastalıkların “aşırı temizlik ve titizlikten’’ kaynaklanabileceği ileri sürülüyor.
“Hijyen teorisi’’ olarak bilinen görüşe göre, bu durumdan bebeklerin sezaryenle dünyaya gelmeleri, hayatlarının ilk dönemlerinde çok temiz ortamlarda büyütülmeleri ve mikroplarla çok az karşılaşmaları sorumlu tutuluyor. Çocuğa basit bir soğuk algınlığında bile hemen ateş düşürücüler, antibiyotikler verilmesi de bağışıklığının güçlenmesine engel oluyor.
Çünkü özellikle hayatın ilk yıllarında geçirilen enfeksiyonlar çocuğun ateşlenmesine, öksürmesine neden olsa da, onu rahatsız etse de, faydaları da var. Çocuğun bağışıklık sistemi bu enfeksiyonlar sayesinde virüslerle, bakterilerle savaşmayı öğreniyor ve güçleniyor.
Buna karşılık bebek çok fazla mikropla karşılaşmıyor ise, bağışıklık sistemi de güçlenemiyor ve “boş kalmış, işi gücü olmayan kişiler’’ gibi “Acaba ben ne yapsam, kime saldırsam’’ diye şaşkınlığa düşüyor. O da bu sefer tutuyor, karşılaştığı toz, tüy, polen, küf gibi maddelere mikropmuş gibi davranıyor, onlara karşı hak etmedikleri aşırı tepkiler gösteriyor ve işte bunun sonucunda da alerjik hastalıklar ortaya çıkıyor.
Temizlik teorisinin kanıtları
Gerçekten de bu hijyen, yani temizlik teorisini doğrulayan pek çok kanıt var.
Meselâ, astım ve diğer alerjik hastalıklar kalabalık ailelerin çocuklarında daha az görülüyor. Çünkü, çok kardeşi olan, kalabalık bir ailede büyüyen bebekler daha çok mikrop alıyor ve daha fazla enfeksiyon geçiriyorlar.
Aynı şekilde, doğduğu günden itibaren evinde kedi, köpek gibi hayvan beslenen çocuklarda da alerjik hastalıkların görülme oranı daha az, zira bebek evdeki hayvanlarda bulunan bakterilerle karşılaşıyor.
Araştırmalar, gene aynı sebeple erken yaşta kreşe gönderilen çocuklarda da, köy ve çiftliklerde büyüyen çocuklarda da alerjik hastalıkların daha seyrek rastlandığını gösteriyor.
Buna karşılık, büyük şehirlerde doğan ve apartman dairelerinde “el-bebek gül-bebek’’ sarılıp sarmalanarak, odası her gün silinip süpürülerek, yatak takımları, çarşafı haftada bir değiştirilerek, sık sık yıkanarak bin bir ihtimamla “tertemiz’’ bir ortamda büyütülen çocuklar ise alerjik hastalıkların pençesine kolayca düşüveriyor. Çünkü bu çocukların ne kardeşleri var, ne de onları öpüp koklayan ve bu sırada taşıdıkları mikropları onlara bulaştıran akrabaları veya diğer misafirleri. Üstelik bu yavrular kızamığa, boğmacaya, çocuk felcine, hepatite karşı aşılanıyor. Azıcık ateşleri çıksa, biraz burunları aksa, boğazları kızarsa hemen antibiyotikler veriliyor.
Böyle “tertemiz’’ ortamlarda büyüyen çocukların bağışıklık sistemleri mikroplarla karşılaşmadıkları için kendine, savaşacak yapay düşmanlar arıyor. Tutuyor, evdeki tozlara, küflere, polenlere mikropmuş gibi davranıyor, onlara anormal tepkiler gösteriyor, onları yok etmeye çabalıyor.
İşte, bağışıklık sisteminin aslında kimseye zararı olmayan bir takım maddelere karşı gösterdikleri abartılı tepkileri karşımıza alerjik hastalıklar olarak çıkıyor.