Otobüs, Altıparmak Caddesi’ne girdiğinde yokuş aşağı hızlanmıştı. İçerisi yolcuların kalabalık oluşundan nefes alınacak gibi değildi. Üç yıl önce emekli olan Kazım, yolculara çarparak arka kapıya zor yanaşabilmişti. Kırmızı düğmeye bastığında durağa da gelmişti. Şoför dikiz aynasına bakarak önündeki düğmeye dokundu. Kapının açılmasıyla yolcular da bir nebze olsun rahatlamışlardı.
Kazım, araçların arasından hızla karşıya geçti. Balıkçı Reşat’ın tezgâhtaki irili ufaklı balıkları inceledi. Her biri yanan yüksek voltajlı lambalardan gümüş gibi parlıyordu. Fiyatlarına bakıp hamsi de karar kıldı. Restoranda demlendikten sonra dönüşte almayı düşündü. Arap Şükrü Sokağı’na doğru yürüdü. Üşüyünce ceketin düğmesini ilikledi. Yılda birkaç kez uğradığı köhne restorana girip, her zaman oturduğu sokağı gören masayı tercih etti. Masalar tıpkı otobüs gibi doluydu. Burası Arap Şükrü’nün en şirin mekânıydı. Bir bardak rakı ile yanına kavun, biraz da beyaz peynir söyleyip bekledi. Dışarıyı seyretti. Yağmur hafiften başlamıştı. İçenlerin salınarak yürüyüşlerini izledi. Müzeyyen Senar’ın “Benzemez Kimse Sana,” şarkısı aheste aheste çalıyordu. Birazdan müziğin kesilip müzisyenlerin geleceğini biliyordu. Dediği gibi olmuştu. Kapıdan klarnetin yanık sesi duyulmuş, ardından darbukacı, darbukasına patlatırcasına vuruyordu. Kemancı da ritme uyunca masadakiler hep birlikte kapıya doğru baktılar. Müzeyyen Senar’ın sesi kesilmişti. Arap Şükrü, diğer bir adı Meyhaneler Sokağı idi. 1324 yılında Osmanlının fethinden sonra, dönemin Padişahı Orhangazi 1492 de İspanya’dan göçe zorlanan Yahudileri buraya yerleştirmeye karar vermişti. İbadetlerini yapabilmeleri için onlara bir de Sinagog yaptırmıştı. Daha önceleri Sakarya olan bu cadde, Bursa’nın geceleri gidilen tarihi bir sokağı oldu. Kazım, iki kadeh rakısını içip meyhane şarkılarını dinledikten sonra Balıkçı Reşat’a uğradı. Balıkla birlikte Altıparmak Caddesinden aşağıya doğru yürümeye başladı.
Kapıyı karısı Zeliha açtı. Çocuklar odalarındaydı. Çarşamba dedikleri bu evi Kazım’ın babasının ölümünden sonra kardeşleriyle bölüştükleri paraya, bankadan çektikleri yüklü miktardaki krediyi ilave ederek zor şartlarda almışlardı. Ev eski olsa da karısının iş yerine yakındı. Çoğu zaman karısı işine yürüyerek gidip geliyordu. Çarşamba Semti, yıllar öncesinde merkeze de yakın nezih bir semtti. Komşuların birbirine gidip geldiği, sokaklarında çocukların güvenle oynadığı, dükkân önlerine konulan tabure üstünde içilen çaylarla birlikte sohbetin dibine vurulduğu, tıpkı Türk filmlerindeki gibi bir yerdi.
Derme çatma gecekondu türü evlerin olduğu adı Kızyakup Mahallesi olarak da anılan Kamberler Mahallesi, Bursa’nın en eski yerleşim yerlerindendi. 1885 yıllarının sonlarında 19 Rumeli Ailesi buraya yerleştirilmişti. Hükumet bu bölgeye TOKİ tarafından binalar yapma kararı alınca, ailelere ev bedelleri verilerek ellerinden alınınca birçok aile Çarşamba denilen Mahalleye yerleşmeye karar vermişlerdi. Çingeneler, bu mahallenin yaşayış şeklini değiştirince, yerliler tarafından abesle karşılanmıştı. Kavga ve bıçaklama olayları özellikle geceleri artıyor, mahalleli huzursuz oluyordu. Açtıkları kahveleri yönetenler genelde kadınlardı. Mahallenin gençleri, kasabın önünde bekleyen kediler gibi içerideki şuh kadınlara bakıyorlardı. Semt gittikçe kerhaneden farksız bir hal alıyordu.
Çarşamba Semti, içindeki “Şam” sözcüğünden mi olsa, ileriki dönemlerde Suriyelilerin de tercih ettiği bir mekân olacaktı. Suriye Savaşı’nın patlak vermesiyle ülkemize kaçmak zorunda kalan mülteciler yurdun çeşitli yerlerine dağılmaya başlayınca, Bursa’da bundan nasibini almıştı. Suriyeliler her şehirde olduğu gibi bir semti benimseyerek hep birlikte oturmaya karar veriyorlardı. Gün geçtikçe Çarşamba Semti’nde ev ve dükkân kiralıyorlardı. Burası artık küçük bir Şam olmuştu. Dükkânların tabelaları Arapça yazıyor, sokaklarında ise Arapça konuşuluyordu. Kamberler’den gelenlerle birlikte yerli halkı, neredeyse azınlık durumuna düşmüştü. Hatta birçoğu evlerini satarak başka semtlere gitmişlerdi. Huzursuzluk sokaklarda gittikçe artıyordu…
Zeliha iş çıkışı evlerine sokakta tedirgin yürüyerek gelmişti. Kocasının getirdiği balıkları temizlemek için mutfağa girdi. Kazım ise üstünü çıkartıp pijamalarını giymiş bir halde televizyon karşısına geçti. Haberlere baktı, iç açıcı değildi. Biraz izledikten sonra karısının yanına gitti.
-Hayırdır bugün neler yaptın?
-Memur ne yapar ki? Daktiloyu tıkırdatıp T.C ile Başmüdür yazısı arasına yazıp durdum.
-Sen neler yaptın? Dur bakım… Sen rakı mı kokuyorsun?
-Balıkçı Reşat’ın orada indim. Arap Şükrü Sokağından geçtim. Sokak o kadar canlıydı ki, müzik nameleri, rakı kokusu… Ne yapayım dayanamadım. Bir de bakmışım ki, her zaman uğradığım restorana girmişim.
-Benim akşama kadar canım çıksın, yürüyerek tasarruf edeyim, beyefendi de rakı içip keyfine baksın he?
-Yahu her zaman yaptığım şey mi? Canım çekti… Hem orası uygun merak etme.
-Yemek yedin mi?
-Yok yok… Biraz kavun, biraz da beyaz peynir…
-Haydi şu balıkların kafasını çöpe götür de, ev kokmasın. Çocuklar derslerinde onlara seslenme.
Kazım, üzerine montu almak için yatak odasına girdiğinde kapı kolunu farklı gördü. Altın sarısı rengi oldukça parlıyordu. Eliyle okşadı, kaygandı. “Nereden çıktı?” dercesine dudaklarını büktü. Montunu giyerek mutfağa geldi. Karısına,
-Ya Hanım, kapı kolu mu aldın sen?
-He ya… Dairede Neriman’la aldık. Tanıdık ustası vardı, öğleden sonra gelip takıverdi. Kızın anlamadığı yok. Erkek gibi Maşallah! Her şeyden anlıyor. Öğle tatilinde çıkıp almıştık.
-…….
Kazım çöpleri alıp dışarı çıktı. Dış kapı koluna baktı. Yatak odasına takılan kapı kolu onun yanında sönük kalmıştı.
Yemekler yenmiş, çocuklar odalarına çekilmişti, Karı koca ise geç saatlere kadar televizyonda dizi seyrettiler. Zeliha esnemeye başlayınca odasına geçti. Geçerken kapı koluna baktı, gülümsedi. Kocası da arkasından geldi. Yattılar. Zeliha,
-Yorganı çekip durma, üşütme beni! Sana diyorum! Uyudun mu?
-Yahu müsaade edersen uyuyacağım. Söyle ne diyorsun?
-Kapı kolu güzel oldu değil mi?
-He… He…
-Kafama takılan bir şey oldu. Kapı kolunu değiştirdik ama diğer odadakiler fiyakasız durdu. Ne dersin yarın onlara mı alsak?
-Hanım evin borcunu ödüyoruz. Bitsin, öyle masraf yapsak, he?
-İçkiye para veriyorsun!
-Tamam! Tamam! Ne yaparsan yap! Müsaade edersen uyuyacağım.
Zeliha erkenden uyandı. Uyanır uyanmaz, nasıl çocuklar önce akıllı telefonlarına bakar, o da kapı koluna baktı. Ardından kapının haline… Sanki bir şeylerin üzerine kelebek konmuş gibi gördü. Hoşuna gitmedi. Morali bozuldu. Giyinip makyaj masasına geçti. Aynadan kapı koluna bir kez daha baktı. Kapının da değişmesine karar verdi. Vermesine verdi de, kocasına bunu nasıl kabul ettirecekti, bilemiyordu. Yan gözle baktı, kısa zamanda halledeceğini düşündü. Kocasına cilveli bir gülücük attı. Dudaklarını boyadı, saçlarını taradı. Son kez baştan aşağıya kendisini aynada süzüp çocukları uyandırmak için odalarına gitti. Kapıyı açarken, kapı kolu bir tuhaf geldi. Bugün diğer kapılara da kapı kolu alacaktı. Mutfağa geçip kahvaltı hazırladı. Kocası uykusundaydı. Emekli olalı saat ondan önce uyanmıyordu. Çocuklarla kahvaltı yaptıktan sonra birlikte dışarıya çıktılar.
Sokak aralarından gitmeye korkuyordu. Çocukları yakınlarındaki okula bıraktı. Bir sokak alttaki caddeye geçip oradan yürüyerek iş yerine gitti. Dünden kalan yazıları oldukça fazlaydı. Nefes almadan hepsini öğlene kadar yetiştirdi. Paydos saati geldiğinde, Gazcılar denilen yere Neriman’la gittiler. Burada sanayi tipi ürünlerin satışı çoğunluktaydı. Elektrik aksamından tutunda, motorlu testereler, hatta çeşitli boylarda zincirler gibi aklınıza gelen evinizin bütün eksiğini buradan temin etmek mümkündü. Zeliha kapı kollarından çok kapıların teşhir edildiği dükkânla ilgilendi. İçeri girip kapıları tek tek inceledi. Fiyatlarını sordu. Köşede duran kapı hoşuna gitmişti. Altı kapıyla birlikte dış kapıyı, çelik olanından düşündü. Maliyetlerini bir kâğıda yazdı. Kapı kolunu almaktan vazgeçip iş yerine döndüler. Almayı düşündüğü kapıların kapı kolları da harikaydı.
Akşam dönüşü yürüdü. Çarşamba Semti’nin dükkân vitrinleri farklıydı. Arapça yazılara baktı, bir şey anlamadı. Tek anladığı içeri bakıp neler satıldığı idi. Adım başı nargile ve tütün gibi ürünleri satanlar çoğunluktaydı. Giyim dükkânları ise cafcaflı renkleriyle Doğu motifini yansıtıyordu. İçeridekilerin tiplerini de beğenmemişti. Ürkerek evine geldi. Telefonla kocasını arayıp aşağıya inmesini söyledi. Çünkü geçenlerde bir apartmana girip pusu kuran yabancı uyruklu bir genç, bir kadına saldırmış, parası neyi varsa alıp kaçmış, neyse ki kadını darp etmemişti. Yukarıya kocasıyla birlikte çıktılar. Apartman boşluğunda kapılardan söz etmek istedi, ‘yeri değil,’ diye vazgeçti. En uygun yerin yatak odası olduğunu düşündü. Orası birçok şeyleri almaya gücü yeten ve hiçbir erkeğin ‘yok’ diyemeyeceği bir mekândı.
Tek düze yaşamın saatleri yine bitmişti. Herkes odasına çekilmişti gecenin sessizliğinde. Zeliha bugün farklı bir gecelik giydi. Kırmızı gecelikten bacakları dolgunca taşıyordu. Kokularını sürünüp kocasının yanına bir balık gibi süzüldü. Kazım yutkundu. Karısı,
-Kocacığım bir şey diyeceğim ama bana ‘hayır’ demeyeceksin. Dediğin an, kırmızı gecelik olur patiska gecelik! Ne dersin kabul mü?
-Söyle bakalım, neler isteyeceksin yine?
-Kendim için değil, evimizin güzelliği için. Bir kapı koluna bak bir de kapıya.
-Ne olmuş kapıya?
-Görmüyor musun, yeni aldığım kapı kolunun yanında batılı zenginin yanında duran Hint fakiri gibi oldu.
-Haydi bırak kolu filan da gir yatağa!
-Söz ver…
-Neye?
-Kapıları değiştirelim. Bugün Neriman’la kapılara baktık. Çok uygunlar, indirim var. Bir daha bulamayız.
Neriman geceliğin arasından bacaklarının üst kısımlarını da gösterdi. Kocası,
-İyi… İyi… Haydi, bekletme beni.
Odanın ışığı sönünce kapı kolunun parlaklığı da kaybolmuştu.
Birkaç gün sonra ustalar kapıları her odaya monte ettiler. Zeliha değişen salon kapısının önünde durup ellerini beline koyarak içeriye baktı, koltuk takımlarını eskimiş gördü. Ne yapıp edip koltukları hiç olmazsa kaplatmayı düşündü ama ‘gecelik tekrar işe yarar mı?’ diye, aklından geçirdi. Akşam konuyu yemekten sonra kocasına açmaya karar verdi. Ona en sevdiği etli çiğ köfte yapacaktı. İş dönüşü markete uğrayıp birkaç kez çekilmiş yağsız et, yeşillik ve küçük bir rakı aldı. Bu akşam kocasına dört dörtlük sofra hazırlayacaktı. Çocukları bir başka semtte anneannelerine gitmişlerdi. Zeliha geceliğini giyip çiğ köfte yoğurdu. Dünden yaptığı yemeklerin yanına birkaç meze daha yaptı. Sofrayı düzenli bir şekilde kurdu. Masanın her iki tarafındaki mumları yaktı. Romantik bir yemek müziği odaya yayıldığında kadehler tokuşuyordu. Çakırkeyif olan Kocasına,
-Bir tanem, şu kapıya bir bak, sülün gibi değil mi? Söyle bembeyaz gelinlik gibi durmuyor mu?
-He ya… İyi oldu iyi…
-Bir de şu koltuklara bak. Odaya hiç yakışıyor mu?
-Nesi var ki? Haydi, bırak koltuğu da şerefe…
-Bugün Neriman’ın koltukçu tanıdığını aradık. Hatta onun yanına gittik. Kumaşlara baktık. Bir renk beğendim, görsen bayılırsın. İnan misafirler geldiğinde utanıyorum. Ne dersin yenileyelim mi?
-Hanım, daha yakın zamanda kredi çekmedik mi?
-Amaaan… Ödemesi ne ki, çerez parası. Hem yeni yıl zamları yaklaşıyor.
-Yüzde dört buçuklu zamlarla mı ödeyeceğiz!
Öderiz… Öderiz… Borç yiğidin kamçısı derler Aslanım. He de, sana bugüne kadar yaşamadığın bir gece yaşatayım. Kabul mü?
Zeliha masadan kalkıp, elindeki kadehle kocasının yanına gitti. Şuh hareketler yaparak etrafında dolandı. İri göğüslerini kocasının vücudunda gezdirdi. Bacaklarını onun bacaklarına değdirdi.
-Şerefe kocacığım… Şerefe! Yarasın koçuma!
-Tamam be… ‘Battı balık yan gider,’ derler. Yarın bir kredi daha çekeriz, olur biter.
-Aslan Kocacığım! Şerefe!
Zeliha bir zafer daha kazanmıştı. Ertesi gün beğendiği kumaşların siparişini verdi. Koltuklar yapılmak için alındığında salon tüyü yolunmuş bir tavuk gibi sırıtmıştı. Bir hafta sonra koltuklar geldiğinde, salon farklı bir görünüme kavuşmuştu. Zeliha koltuklara ilk oturan oldu. Televizyona baktı, tüplüydü. Perdelere baktı, solgun renklerini iğrenç gördü. Duvarların badanası da altındaki boyayı gösteriyordu. Sehpa da koltuklara uyum sağlamıyordu. Kocasına bütün bunları nasıl anlatacak ve yenilenmesi için nasıl ikna edecekti? Dişiliğini yine kullanmayı düşünse, kocası kabul edecek miydi? Çektikleri krediler de maaşlarını tırpanlamıştı.
Zeliha’yı gece uyku tutmadı. Kalkıp salona geçti. Koltuklarla kapılara baktı, sevindi. Diğer eşyalara baktı üzüldü. Aklına geldiği fikre sevinip yatak odasına döndü. Yarın ilk işi bir iç çamaşırcıya gidip tanga alacaktı. Kerametin şuh bir gecelik ve cilvesinde olduğunu biliyordu.
Ertuğrul ERDOĞAN
Yirmialtıekimikibinondokuz