İçinde yaşadığımız yüzyılın kadın statüsünü kıyasla Kanuni Sultan Süleyman’ın cariyesi olmayı yeğleyecek birçok kadın olduğunu düşünüyorum.
Bu cümlem sizleri yanıltmasın, tarihi tamamen ak ve pak göstermeye çalışacak bir yazı yazmayacağım.
Fakat tarihi anlamak için tarih felsefesi yapmak gerek, bunun bilincinde olalım, diyorum. Yani tarihi tecrübeleri günümüz meseleleri için yeniden yorumlamak…
Olayların seyrinde hangi kanunların, koşulların ve alışkanlıkların olduğunu ortaya koymak önemlidir. O dönemin kadın statüsü Osmanlı dışında yani Avrupa’da nasıldı? Hatta bugün nasıl? gibi soruları düşünerek anlamak, en gerçekçi tavır olmalı…
Düşünürseniz; günümüzün özgür kadınları içinde haremin cariyeleri kadar sanatsal ve ilmi çalışma yapacak imkân ve fırsatları bulamayanlar halen çok fazla… Yahut en yakınınızdaki kadınlara bakınız, ev ahaline hizmeti, gönüllü ya da gönülsüz bir kölelik haline dönüşenleri görebilirsiniz. “Savaşarak esir alınmış bir kadınla, bu zamanın kadınlarının hayatı kıyas kabul etmez” diyenler olabilir.
Yine de tarih felsefesi, eleştirel ya da kurgusal olarak yapılır. Bu şekilde anlaşılmaya çalışılmayan tarih, zor anlaşılır ve kolay unutulur. Bu açıdan tarihi romanlar, diziler, filmler çok önemlidir. Tarihi, zihinlere asıl nakşeden onlardır. Çok ciddi iftira ve çarpıtmalar olmadığı sürece bu tür eserlere müdahale kanaatimce faydasızdır.
Çünkü gerçekler; tarihin içinde yaşanıldığı zamanın koşullarına göre incelenmesi kuralı gereğince idrak edilir. Bu da iyi eğitilmiş nesillerin karşılaştıkları eserleri süzerek ve kıyaslayarak anlamalarıyla gerçekleşir.
Harem konusuna da çok kısa olarak değinmek gerekirse…
Kaynaklara göre devşirmeyle oluşturulan Harem; kadınların yüksek eğitime tabi tutuldukları sanatsal ve ilim çalışmaları ile İslam Kültürünün en iyi şekilde öğretildiği, Osmanlı hanedanına ve zadegânına eş olarak yetiştikleri bir saray kanadı idi. Eğitim ve hizmetle dokuz yılı dolduranlar Itıkname denilen bir özgürlük belgesi bir de çeyiz ile ayrılırlardı. Eğitimi söyledik, hizmet neydi peki? Büyük bir sarayın, çok nüfuslu hanedanına muhakkak ki günlük işler için çok fazla hizmetli gerek …
Biraz daha ayrıntılı bilgi isterseniz Topkapı sarayının http://www.360tr.com/topkapi/index.htm adresinden edinebilir, Harem içinde Sanal bir Tur da yapabilirsiniz.
Tabii olarak bu bilgilerin eksik ve tartışmaya açık birçok ayrıntısı var. İşte bu noktada, “Muhteşem Yüzyıl” dizisinden çok daha önce gündeme gelmiş ve Cariyeler üzerine beni etkileyen iki eseri de paylaşmak istiyorum.
İlki “Sergüzeşt”. 1889 yılında yazılmış bu roman, okuduğum en güzel tarihi aşk romanlarından biridir. Osmanlı döneminde zengin ailelerden birine alınan esir bir kızın hayatını, başına gelenleri ve acı sonunu kaleme almıştır. Kafkasya’dan İstanbul’a esir olarak getirilen Dilber’in yürek burkan serüvenini anlatır. Tanzimat dönemi yazarlarından Samipaşazade Sezai bu romanı yazdıktan sonra esir hayatına getirdiği eleştirel bakıştan dolayı göz hapsine alındığını düşünerek bundan kurtulmak için Paris’e gitmiş ve 1908’de Meşrutiyet’in ilanına kadar da orada kalmış.
Diğer kitap ise yakın zamanda kaleme alınan Alirıza Demircan’ın kitabı “Cariyeler ve Sömürülen Cinsellikleri” dir. Bu kitap ise “Kuran’ın izin verdiği savaş esirliği manasındaki cariyelik, bazı padişahlarca nefsi davranılarak istenildiği kılıfa sokulmuş ve Kuran hükmüne göre davranılmadığı zamanlar olmuştur” yani “haram işlenmiş, zina yapılmıştır” hükmüne varmaktadır.
İhtişamlı tarihimizin sayfaları arasında yapılan hatalarla yüzleşebilmek için ortaya çıkarılan bu tür eserleri bir kenara itmek, ötelemek hiçbir fayda sağlamaz. …
Üstelik zaman ya da mekân fark etmez, “kadın” o ki, narin bir varlık olarak, etrafında yeşeren niyet iyi ise haremde yahut evinde sultandır, kök salıp sarmalayan kötü niyet ise muhakkak esiri edecektir.
Asıl acıtan ve utandıran budur.
Aynı fikirdeyim.
Kaleminize sağlık Ayşe Hanım.
Güzel bir yazıydı..bakış açınızı tebrik ediyorum.