Masamda yıllara boyun eğmiş, ağzı burnu eğrilmiş, kalem kutusunu görünce dikkat kesildim. Kartalın yavrusuna bakması gibi gözlerimi kutuya diktim.
Kalem kutusu, okullu olmamın ilk basamağından kalmaydı. Zaman geriye sardı ve anılarım depreşti. Yıllar gözümün önünden geçti. Yalnız filmi, bir türlü durduramadım. Durduğunda da hiçbir şey seçemedim, yaşadıklarımı ayıramadım. Çok acı gelse de kalemlerim, dedim.
Okul dönüşü, kalemlerimi kutuya koymanın, hazzını yaşadım. İçim bir hoş oldu, gönül ferman dinlemediği, günlerin yörüngesine geçtim. Kalem kutusu sis içinde kalan, gözümden silindi, üzülmemek elde değildi.
Kapağı açtım, küçük kalemleri gördüm. Demek ki kalemler küçülürken, biz büyümüşüz. Kalemlerim, kara ve boyalı olanlar. Renkli resimlerim, belleğimde sanki sarı alev çıkararak tutuştu.
Kalemlerin uçları düzgün kesilmişti. Hayale daldım, düşümde yaşar gibi oldum. Çünkü babamın, kuzinenin başında, açtığı şekildeydiler.
Boya kalemleri, süs eşyası gibi görünüyordu. Onlara baktıkça, yazma düzenimi hatırladım. Yıllar çabuk geçmiş ve bizi aldatmıştı. Kalemle çizgi, nokta, üç nokta yan yana ve soru işareti yaptım.
Kalemle şairler şiirlerini, roman ve hikayelerini beyaz sayfalara aktarır.
Aktarırken kalem kâğıttan ayrılmazdı…
Elime kara kalemi aldım, kâğıda “kalem kutusu” yazdım. Kalemleri üzülerek tekrar kutuya koydum ve kapağını kapattım. Okul yıllarımı, belleğimden geçirmeye çalıştım. Saatlerce masa başında kaldım. Çakı bıçağının izlerini yeniden belleğime yazdım. Onlarla olan sevgi bağını yaşadım.
Boya kalemlerinin süsü, renkliliği ve öğretmenlerin beğenisi belleğimde canlandı.
Okul dönüşü bez çantamdan kalemleri çıkarıp kutuya yerleştirmemi unutmam mümkün değildi. Çünkü onları her gün okula getirmeye gerek görmezdim.
Kalem kutumu o yılları taklit eder gibi çekmecenin gözüne koydum. Bugüne kadar yazma işlemini borçlu olduğum kalemlerimden sevgi ve hüzünle ayrıldım. Kâğıt üzerinde kalemin hışırtısının dalga gibi geçtiğini hissettim. Boya kalemlerinin sesini değil, renkli esintisini fark ettim.
Ağaçlar arasından geçen dereyi gördüm. Dere, çayırları ezip kıvrılıyordu. Ay ışığında kalemlerin hışırtısını suyun akışına benzettim. Boyanmış şekilleri de suyun bıraktığı çakıl taşları diye algıladım.
Kutudaki rutubetlenmeyi, suyun bıraktığı çamura benzettim. Ayak sesleri dereye gelen çocuklara aitti. Çocukların balık avını izleyecektim. Suyun akışı, çevreden duyulmuş ki, av için gelmişlerdi.
Ay doğmamış olsa, dereye bile ulaşamazlardı.
Hasan TANRIVERDİ