Yol kenarında el körüğüyle bakır kapları kalaylıyorlardı. Yoldan geçenlere, “Kalaycı” diye bağırıyorlardı. Komşu teyze, anneme seslendi. Yol kenarına kalaycılar geldi. Annem, nasıl kalaycı diye sorarken, samimiydi, çünkü bakır kapları babam kalay için çarşıya götürürdü. Teyze, “Çingeneler kalaycılık yapıyorlar.” Dedi.
Kardeşimle çingeneleri göreceğiz diye, yola yukarı yürüdük. Yolun kenarına oturmuşlar, ellerindeki tencereleri kum ile yıkıyorlardı. Elleri kömürden farksızdı. Renkli elbiseleri dikkat çekiciydi. Bizi görünce, “Fal bakarız.” Dediler.
Tencereyi göreceğimiz şekilde, bıraktılar. Kardeşim, “Daha önceden kalaylanmıştır. Yoksa ne zaman kalaylayacaklardı.” Dedi. İki çingene kalaycı kadın çabuk konuşuyorlar dediklerini de anlamıyorduk. Arada türkü söylüyorlardı. Durmadık eve döndük.
Ellerine bir tane tencere geçirmişler, kum ile sürtüyorlardı. Kalayladıkları tencereyi de gelene gösteriyorlardı dedik anneme… “Onların kalayı bir işe yaramaz.” Dedi annem…
Aradan bir saat geçmemişti ki, kalaycı çingeneleri yoldan aşağıya giderken gördük. Olayı garipsedik. Fakat üzerinde durmadık. Kardeşimle bahçeden çayır taşıyorduk. Kardeşim, “Çayır taşımak kolay değil, bu konuda neler yapılabilir bilemiyorum dedi. Böyle bir teknik alet henüz icat olmadı, dedim. Sepete doldurduğumuz çayırı, mereğin önüne döküyoruz. Çayır taşıma uzun sürdü. Ders çalışmamız da gerekiyordu.
Sepet sırtımızda iken, yukarıdan koşan çocukları gördük. Bize baktılar ve buradan çingeneler geçti mi? Diye sordular. Bir saat oldu, dedik. Ellerinde taş, kiminde değnek ve demir çubuk ile koşmaya devam ettiler.
Hava kararmadan yazı ödevlerimizi yapmak için sofraya oturduk. Bir saatten fazla çalıştık ve verilen ödevi yaptık. Tarihten konuyu çalışacaktık. Karşılıklı birbirimize anlatacaktık. Kardeşim öğretmenin komik fıkralarını anlatıp güldük. Komutan, düşmana direnen kaledekilere seslenmiş, evlatlarım, yiğitlerim. Sınıf, “Buyur hünkârım.” Demiş.
Gülerken, ağzını kulaklarına kadar açtı. Sesini tatlılaştırarak, bembeyaz dişlerini gösterip gözlerini kırpıştırdı. Sonra birden cereyana çarpılmış gibi suratı değişti. Biraz daha karardı ve çatlak bir sesle homurdandı. “Öteki yakada ayı oynatıyorlar, biz bir garip kalaycı.” Demişler. Çocuklar da öteki yakaya koşmuşlar. Koşarken de ellerindeki taşları atmışlar.
Kalaycı çingeneler sahildeki çadırlarına sığındılar. Hava karardıktan sonra da göçtüler.
Çocuklardan öğrendiğimize göre, yukarı mahallede fal baktıkları, kaynana ve gelini çarpmışlar. Altın ve paralarını alıp kaçmışlar. Çocukları da ayı oynatıyorlar diye kandırmışlar. Bir gün sonra köyden sahile yürüdük.
Çadırların olduğu saha çamur deryası, çöp yığınları. Kokudan yaklaşılmıyor. Eskiler parçalanmış, bazıları yakılmış. Geri döndük, kardeşim, “Bir kat daha akıllandık.” Dedi.
Kalaycının yaşlısı, çadırın içinde eski yırtık bir elbise, saçlar dağınık, sağ eli ve sol ayağı yanmış çadırın içinde çarşafın üstünde uzanmış acı içerisinde kıvranıyordu. Yüzü soluk, gözlerinin altı kızarmıştı. Çadırın içi kokuyordu. Gelini çağırdı ve eski bir şeyler giyin, saçlarını dağıt, yüzüne kömür sür. Babanı da çağır, paraları ve altınları getir, dedi.
Kesik Kulak, yükümüzü taşıyacak kamyoneti ne zaman getiriyorlar, diye sordu. Bu akşam getirecekler fakat bir gecede boyasını yapmalıyız. Aksi hâlde enseleniriz. Yaşlı kadın, paraları çıkarttığında Kesik alkışladı. Gözleri parladı, ellerini ovuşturdu. Oynamaya başladı. “Meteliksizdim, kumarda da çarpamadım. Günüm kısır geçti. Gidip kafayı tütsülemeli, arkadaşlara ziyafet çekeyim Kesik Kulak neymiş görsünler.” Dedi.
Arabanın trafik işlemlerini yapmışlar, yalnız boyanması kalmış. Eski arabaya bir şeyler sayalım dese de sanki parayla aldım diye Kesik kulağı terslediler. Çadırdan çıktılar ve kendi çadırlarına gittiler. Çadırın içine kokudan girilmiyordu. İçeride hiçbir şeyleri yoktu.
Yaşlı ve gelin acı içerisindeydiler. Gelin arada kalkıp gelen var mı diye bakıyordu. Bir gurup geldi ve çadırlara şöyle bir baktı ve gittiler. Gelin ve kaynana bir güzel oynadılar. Yeni arabayı kutladılar. Arabaya dolup gittiler.
Kesik Kulak arabayı sürerken, yaşasın gerçek sahte, diye direksiyonu öpüyordu.