Sistem değişmiyor, rejim yıkılıyor. Hem de sessiz sedasız!… Oysa bu rejim bu ülkenin insanlarına 100 yıl önce “ilelebet payidar kalacaktır” emri ile emanet denilmişti. Bu bir düstur değil, emirdi!. Ve üstelik gelecekte ülkenin karşı karşıya kalabileceği ihanet ve tehlikelerin tamamı en açık bir dille, hiçbir farklı yoruma meydan bırakmayacak biçimde “Gençliğe Hitabe” de satır satır sayılıp dökülmüştü. Hiçbir ülke tarihinde böyle bir önuyarı yoktur.
Her konuda haklı çıkan Yüce Ata, bu konuda da haklı çıktı.
Yüz yıl önce, Hasta Adam diyerek son darbeyi indirmek için tahkim ettiği emperyalist cephelere karşı verilen mücadelelerle kan ve can pahası kazanılan zaferler sonrası kovulan sistem yeniden musallat edildi ülkenin başına.. Hem de içi boşaltılmış hukuk desteğini almış “sandık”la… Çığlıklar altında 101 pare top atışıyla duyuruldu bütün dünyaya demokratik(!) zafer!.…
*
Yıkılan rejimin yerine getirilen ne idüğü belirsiz bu ucube sisteme karşı en büyük tepkiyi vermesi beklenen parti, hiç şüphe yok ki; bu devleti kuran partiydi!. O Cumhuriyeti ilan edendi. Demokrasiyi ülkeye yerleştiren, çok partili hayata hiçbir baskı altında kalmadan, kendi iradesiyle geçen partiydi o.
Ne var ki; ülke, sosyal, siyasal, ekonomik, her yönden, en kaotik, en travmatik bunalımlara sürüklenmişken, adı geçen partinin kendi içinden, kendi kadroları tarafından içine düşürüldüğü durumu tanımlayacak bir sıfatı bilen varsa söylesin!.
Kahrına soruyorum: Siz de mi projesiniz be!….
Yarım asrı aşan süredir tekrarlanan benzer oyunları demokrasinin gereği görenlere sorum: Kaybedilen seçimlere dair hata ve eksikleri tartışmak, analizini yapmak, “yenile yenile yenmesini öğrenmenin” yol ve yöntemlerini arayıp bulmak varken, “fırsat bu fırsat” diyerek, koltuk kapma yarışının sizin sözlüğünüzdeki adı demokrasi mi?
Şimdi de sorum diğer tarafa: Açık yenilgiyi kabullenmeyip her keresinde “galip sayılır bu yolda mağlup” dercesine, her başarısızlıktan sonra yeni başarı destanları yaratıp “makamda” kalmanın adı da sizin sözlüğünüzde demokrasi mi?
Gidersin – gitmem” mücadelesi üzerinden verilen sandık yarışının galibi %90 olasılıkla su başı tutmakta olan ise, demek ki; sandık demokrasinin tek belirleyici amili değil. İşte bu gün mevcut iktidarın her seçimden her şeye rağmen hep galip çıkmasının nedeni de bu değil midir? Bir taraftan sandığı demokrasinin tek etkin faktörü görenlerle mücadele vereceksin, sıra kendi koltuğuna gelince “sandığı” sığınak göstereceksin. En demokrat adam, sandığa kendisi gidebilen adamdır.
İç mücadele dış mücadeleyi hep zayıflatır. iktidar ve yeni rejim yanlılarının muhalefetin kendiliğinden içine düştüğü duruma nereleri ile güldükleri herkesin malumudur.
Ülkede rejim değişirken, Ülke bekası tehlike altına sokulmuşken, ülkeyi bekleyen çok büyük tehlikeler kapıya dayanmışken muhalefet kanadında ne mi yapılmalıydı?
Öncelikle, hiç değilse, bu güne kadarkilerden farklı olarak kaybedilen seçim sonrası, kaybedilen seçmen yaratmayacak şekilde adımlar atılmalıydı. Çünkü bu partide hastalık derecesine varmış bir gerçeğin altını çizelim: Her kongre, her kurultay, kazanan bir grup, birden çok da kaybeden guruplar yaratır. Buraya kadar doğaldır da. Ne var ki; kazanan bayram eder, kaybedenler küser gider. Ama hiç kimse de küsüp gidene “dön” çağrısı çıkarmaz. Zira gelecek yarış için bazıları şimdiden ekarte edilmiştir. Ve de genel merkezden sık sık duyarız: “Koltuk için mücadele edenlere bu partide yer yok!” Oysa her koltuk sevdalısı gelecek seçimin potansiyel “daha yüksek koltuk” adayıdır.
İşte, akıl, izan ve vicdan sahibi her yurtseverin aklından geçen önerilerden birkaçı.
1- 24 Haziran sonrasının ilk işi, dışarıya karşı kazanılamamış bir zaferi “bari iç zaferi kazanalım” yarışına sokmak olmamalıydı.. 24 Haziran sonrasının yapılması gereken ilk işi, en acil biçimde bir kurultay veya bir çalıştay toplamak olmalıydı. Bu çalıştay çalışmasını gerekirse on gün sürdürmeli, hem partinin hem de ülkenin durumu enine boyuna, ülkenin içinde bulunduğu tehlikeleri, açmazları her konu ve kurumdaki yüzlerce aksaklıkları, yasa tanımazlıkları, sosyolojik, ekonomik ve hatta toplumsal psikoloji açısından günlerce tartışmalıydı. Binlerce olumsuzluklara karşı partinin vaadlerinde halka inandırıcılığı sağlayamayan!!..??… Halkla bağ kurmasını engelleyen?
2- Belirlenmiş konularda; siyasetçi, bilim adamı, ekonomist, sivil
toplum örgütleri, sendikalar, işverenler, işçilerden oluşan komisyonlarda başarısızlığın nedenleri masaya yatırılıp tartışılmalı, raporlar hazırlanmalı ve bu raporlar üzerinde düzenlenecek öncü bilgilendirmelerden sonra çıkacak sonuçlara göre en hızlı biçimde halkı aydınlatmada kullanılmalıydı.
3- Tabandan tavana, herkesin dilinden düşürmediği ama aslına
bakarsanız hiç kimsenin de “takmadığı” liyakat her kademede temel alınmalıdır. Partinin en belirgin zaaflarından birisidir bu. Çünkü bu parti, diğerlerine oranla en çok irdeleyen, soran ve sorgulayandır. “Seni seçmeliyim de niçin” diyendir. Bu nedenle “Gerektiği yerde, gereken adamı kullanamamak!” Gerektiği yerde gereken kişiden yararlanamamak!” Gereken kişiye gereken değeri vermede seçiçi olamamak!” başta gelen eleştir konusudur. (Not: bu sözlerimden alınan veya açıklık getirilmesini isteyen dostlarım için telefonum ektedir ve açıktır.)
Temmuz; 22. 2018
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com
tel. 0535 202 11 61