Bütün kirliliklerin, savaşların temel sebebinin ‘kadın’ olduğu söylenir. Bunu Platon, Sokrates ve Aristoteles, bu hurafeyi Batı Felsefecilerinin çoğunluğu nakarat gibi tekrar eder. Acaba birkaç tane uyanık kadın, gelecek kadınların ezilmesi için eşleri olan bu Filozofları bu hurafelere inandırmışlar, yoksa bu filozoflardan bazıları kadınsızlık veya karşı cinsten ilgisizlik gördükleri için mi bunu yaptılar, onu tam olarak bilemiyorum. Çünkü Felsefeciler düşünür, çok fazla düşünür, bazen tımarhaneye bile layık görülürler.
Hatta ve hatta F.Nietzsche bile bu tuzağa düşmüştür, zira bir Yehudi kızı sevmiş ve kız yüz vermemiş. Peki kız sana ‘evet’ demek zorunda mıdır, hayır! Tabi bütün ömrünü, o güzelim muazzam düşüncesini aykırı davranarak, bir kadın uğruna büyük kaleminin seyrini değiştirmek zorunda kalır, tek neden Filozofluk gururu. Özünde teorik düşünmeye dayanan öğretiler, sorunlara kategorize ederek yaklaşırlar. ”Binbir Gece Masalları”nı okuduysanız, bir tane sapık hükümdarla binlerce kadın başedemiyor, adam edemiyorlar ve en son bir kadın masallarla bunu yola getirebiliyor. Bu kitap hâlâ kadınlara kutsal kitap gibi sunulur, bir erkeğin gururu nasıl tamir edilebilir diye.
Peki bunca kadın birkaç serserinin duyguları yüzünden sürünmek zorunma mıydı veya zan altında kalmak zorunda mıdır? Yapay korku duvarlarıdır tüm bunlar. Erkek ile kadın arasında tarih boyunca ‘sırf aileyi, sermayeyi ayakta tutmak için’ (yeni masallar üretmek için) binlerce hurafe, masal, inanç ve felsefe uydurulmuştur. Cadı Avcılığı bile bir Kadın Katliamı değil midir?
Aslında işin sırrı basittir. Oyun şöyle başlar; bunamaya yakın ve ilgiye muhtaç bir kadın, öne atılmak isteyen bir erkeği kontrol etmek ve bu erkeği düşman olduğu tüm kadınların başına salmak için gururu ve huzuruyla oynayarak işe başlar! Klasik yaklaşım bu. Ve bu cinsel açlık çeken erkek ile bunak kadının işbirliği bazen binlerce, milyonlarca kadının başını yakmıştır, binlerce erkeği de aptal duruma sokmuştur. Çünkü erkeklerin büyük çoğunluğu kendini kontrol etmeyi ve akl-ı selim düşünmeyi oldukça geç öğrenir. Neden açıktır: korkusuzluk, pozitif ayrımcılık ve istediğini yapma özgürlüğünü kendinde bulma hakkı, düşüncesiz hareket etmeyi tetikler. Belkide kadınlardan sorumluluk sahibi, uçuk, popülist olmayan büyük Filozoflar, Aristolar türemediği için bu sorunlar gündemimizden düşmüyor. Zira özgüven ve eşitlik hakkı alınır, verilmez. Gerçi vardır kadınlardan önemli şahsiyetler ama, erkek alimler ve düşünürler arasında kalemleri ve sözleri hiç hükmündedir neredeyse.
Erkeklerin yetiştirilme tarzı (ki erkeği kadın yetiştirir) çatışma, yarışma, yenme, başarı hırsı, alt etme üzerine yaratılmıştır; acımasızlık bir nev’i erkekliğin bilinç dünyasını, alt benliğini inşa eder. Oysa acımasızlık insani bir özelliktir. Hatta tüm canlılarla hermamet ile acımasızlığı görebilirsiniz; aç kalan kurt saldırır, her canlı yavrusunu korur ve besler. Evrim çizgimiz her nasıl işlediyle (sırasıyla bunlar kökenleriyle birlikte artık bilinir durumda) erkeklik gurura ve güç istencine, kadın korunma ihtiyacına sığındı. Oysa kadının korunmaya ihtiyacı olmaması gerekirdi. O nedenle cehalet içerisinde yüzen bir toplumda, korunmayı kabul etmeyen kadınlar itici bulunurlar.
İşin Felsefi boyutu bir yana, artık çağdaş dünyada oldukça Kadın haklarının gündemin ana maddesi haline geldiğini görüyoruz. Hatta yeni nesil kadınlar erkeklerin elindeki argoya da sahip oldular ve gelecek dünyada, gelecek ülkemizde hiçbir biçimde üstünlüğün cinsiyete göre olamayacağı ve bu yolda ilerlemeyeceği açıktır (!) Cinsellik tabusu yıkıldı, cinselliğin bile bir iktidar ve güç istenci olduğu açık değil mi? Daha derinde, evet daha derinde her şeyin güç istenci olduğu açık değil midir? O halde kendisini kendi içerisinde özgürleştirebilecek koşullara sahip kadınlar olmalıdır. Kim ayakları üzerinde durabilen, gerektiğinde erkeğiyle korkmadan tartışabilecek kadınlar görmek istemez; hanginiz annenizin, eşinizin acıyla yoğrulmasını ister, evet acı, acı bile bir kimlikse o halde herkes acısıyla, derdiyle, hikayesiyle mutlu olma hakkına sahip değil midir?
Bütün sorun insanların dert yarıştırması ve bu dertlerin gelecek kuşaklara aktarılmasıdır. Esasında biz insanlar ve hatta her canlı korktuğundan ötürü salgırganlığı öğrenir. Örneğin medenice tartışamayan eşler, birbirlerinden korkan eşlerdir ve güvensizlik ortamının hakim olduğu ortamlarda salgırganlığa tanık olabilirsiniz. Tecavüz ve taciz korkusu da elbette kadın sorununun bir parçası olmakla birlikte, kadının bu konuda güven kazabilmesi için en büyük sorunluluk yine en yakınındaki erkektedir. Son dönemlerde artan taciz korkusu devam edegelen tarihi bir korkunun açığa çıkmasıdır, çünkü toplumumuzda ve insanlık âleminde daha küçük yaşta iken bazı erkeklere ‘tecavüzcü’ rolü yüklenir. Bu rol gerçekten de gizli telkinlere bağlıdır ve bunu telkin edenler bile sırf eğlenmek için yaparlar, bilinçi ve bilinçsiz teklinler vardır. Oysa gerçekten de gülmek, espri anlayışımız evrilmeden düşüncelerimiz de evrilmez. Birey olarak kendinizi terbiye edip bir seviyeye getirmeniz yetmiyor! Çünkü sizler terbiyeli ve seviyeli olunca yaşadığınız ve içerisinde bulunduğunuz toplum sizinle savaşmadan ve sizleri kendisine bir derece benzetmeden bırakmaz. O halde sizin yapmanız gereken durup seyretmek değildir. Sizlerin müdahaleniz isteniyorsa müdahale etmeli veya bu işin uzmanlarından (sosyal bilimcilerden) destek almanız şarttır. Bedel bile ödeyebilirsiniz, hatta sizlere (eğer oldukça geri seviyeli, bilgisiz, bilinsiz bir ortam ile iç içeyseniz) iftiralar bile atılabilir, suçlanabilirsiniz.
Kadınlar çoğu zaman ‘eşitleyici’ olmak ister. Örneğin içe dönük insan vardır, dışa dönük vardır, lider vardır, temkinli birey vardır vs… Kalpten bir dünya zaten imkansızdır. Eğer kalpten bir dünya olsaydı burası dünya olmazdı. Burası dünyadır ve mevcut dünya sistemi güç dengelerine göre şekillenir. Bu nedenle her kadının tek başına özgür olabilmesi oldukça güçtür. Kadın yanındaki erkekle var olur. Tarih ve toplum bizlere bunu gösteriyor. Bu tıpkı erkeğin kendi sosyal statüsüne, makamına, üzerineki amirlere veya bir güç noktasına dayanmasına benzer. ‘Onaylanma’ ihtiyacı, ‘sevilmek’, bunlar her canlının ihtiyacıdır. Belli bir aşamadan sonra ihtiyaçlar hiyerarşisinde peşi sıra diğer ihtiyaçlar gelir. Bunlar biter mi peki? İhtiyaçlar bitseydi hayat olmazdı, ihtiyaçlar bittiğinde ve insana ihtiyaç kalmadığında zaten ölüm psikolojisine girilir ki, ölüm bile bir ihtiyaçtır aslında.
Yoksulluk, zenginlik, aptallık, akıllılık ırk veya din tanımadığı gibi cinsiyetleri de tanımaz. Yoksulluk kapıya dayandığında ‘sen kadın mısın, erkek misin?’ diye sormaz. Ölüm kapıya dayandığında ‘a sen erkeksin, seni almayalım.’ diyor mu? O halde toplumu gezip dolaşın ve erkek olmak için değil, bir erkeği kullanmak veya bir erkeği ele geçirmek için değil, elbette kendinizi keşfetmek ve varoluşunuzdan gurur duyun. Cinsiyetler ve ırkların kişi üzerinde etkisi aklı kadardır, imkanları kadardır. Eğer akıllı isen, zeki isen sorun yoktur. Fakat eğer hergün bir sorun üreten, hiçbir şey anlamayan, kendini geliştirmeyen ve bilhassa insanların sırtında geçinmeyi adet edinmişsen sana diyecek bir şey yoktur. Çünkü kimse yük yüklemez ve herkes birini bulup bütün sorumluluğu o’na yüklemek ister. İşte Ortadoğu cehaletinin ‘ağa’ kompleksi, ‘büyük adam’ ve ‘adamları yarıştıma’ oyunları. At yarışları bile bu kadar çirkin değildi. Kadın da olsan, erkek de olsan Allah karşısında sorumlusun! Bu son cümle, evet son cümlem öğüt olsun.
Saygılar, sevgiler
Kişisel Web: www.metyus.co
Yazı Linki: www.yazarportal.com
M.Salih Özalp