2 Mart 2024 Cumartesi günü saat 14’te Antalya Kadın Danışma Merkezi ve Dayanışma Derneği’nin Antalya Kültür Sanat’ ta “Kadınlar nasıl bir kent istiyor“ konulu panelinde Dr Mehtap Türkay, kültür ve sanat emekçisi Hülya Özyol ve avukat Nagihan Bulduk’u dinledik. Karşılıklı soru cevap ve sorun tespitlerine yönelik panelin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün hemen öncesinde ve 31 Mart 2024 yerel seçimlerine doğru giderken ele alınması önemli ve anlamlıydı.
Avukat Nagihan Bulduk’un sunumu ile başlayan panelde, kadınların kamusal alanlarda yaşadıkları şiddetin farkında olmamaları, kadınlar için erişilebilir toplumsal hizmetlerin eksikliği, genellikle fiziksel şiddetin görünür ve bilinir olmasına karşın, psikolojik şiddetin, ekonomik şiddetin, cinsel şiddetin farkında olunmaması veya gizlenmesi, şehir özelinde olmakla birlikte, hemen her şehirde karşımıza çıkabilecek bir sorun olan, sokak aydınlatmalarının, ulaşımın ve dolayısıyla beraberinde gelen güvenliğin yetersizliği ilk sunumda dikkat çeken konulardı. ”Kadınlara özel, ekonomik açıdan güçsüz kadınlara yönelik indirimli/ücretsiz kafeler neden yok” sorular arasındaydı. Güneşin bir nimet gibi sunulduğu Antalya’da güneş enerjisiyle çalışan sokak lambaları neden yok mesela? Neden karanlığa terk ediliyor sokaklar ve insanlar? (Benim aklıma takılan nedir gizlenmeye çalışılan ve ne örtülmek isteniyor mesela? Ya da bu bir caydırma mı kadına?). Toplu taşıma araçlarında karşılaşılan/karşılaşılabilecek taciz olaylarına ilişkin, araçlara “acil yardım butonları” kurulamaz mı? Nagehan Hanımın dikkat çektiği bu noktalar önemliydi. Hatta bence bu butonlar sokaklarda da olmalı.
Sağlık kelimesi günümüzde “hastalık durumunda kullanılan” bir kavram olmaktan çıktı. Sağlık; fiziki, psikolojik bir bütün olarak tam bir iyilik hali olarak tanımlanıyor artık. Paneldeki sunumunda Dr. Mehtap Türkay Sağlıklı Kentler Birliği’ne katılan belediyelerin azlığına dikkat çekti. Demografik verilerle ve grafiklerle ülke genelinde Antalya’nın sağlık haritalarındaki yeri, kaba doğum ve ölüm hızı, bağımlılık , özellikle kız çocuklarının okullaşması, eğitime devam edenlerin verilerinde sadece okula başlayan(!) çocukların yer alması, istihdam, engelli kadın bireylerimizin istihdamındaki güçlükler dikkat çekilen noktalar arasındaydı. Hamilelik ve çocuk kadın için istihdamda ve kariyerde bir sorun olarak görülürken, “baba” erkeklerin istihdamında bir sorun teşkil etmemesi ne kadar da eşitlikçi? Eşitlikçi gibi görülen, ancak eşitliksiz toplumsal rolleri pekiştiren yasaların, “mış” gibi yapmaların kadın haklarında bir kazanım sağlamayacağı gibi, bunları görmezden gelmenin ve “eşitsizlik körlüğü”nün sorunlarımıza çözüm sağlayamayacağı da ifadeler arasındaydı. Uygulamaların genellikle politikaya yönelik olduğuna, ihtiyaca yönelik olmadığına, hizmetlerin erişilebilir olmasının gerekliliğine özellikle dikkat çeken Dr. Mehtap Türkay, kadının yerel yönetimlerde söz sahibi olmasının meclis üyeliklerinde yer almasının önemine değindi. Hollanda örneğini de veren konuşmacımız, meclis üyeliklerinde kadınların bulunduğu yerel yönetimlerde sosyal imkanların daha çok olduğuna dikkat çekti.
Hülya Özyol’un sunumunun başlangıcı ise yaşadığımız gerçeğin ta kendisiydi; “Macera nedir?..” Konuşmacımızın Ünsal Oskay’ı da anarak bahsettiği gibi gerçekten de macera bir erkek için sıradışı bir işe kalkışmak, beklenmedik bir olay yaşamak olarak betimlenebilir. Kadın içinse; sokağa adımını attığı andan itibaren macera başlar. “Bizim için kadını evin dışına çıkartabilen her aktivite önemli” diyen konuşmacımız, kadınlara yönelik kültür ve sanat aktivitelerine, hobilere yönelik kurslara verdiği önemi belirtti. Önemli bir püf noktası vardı ki- bence de çok doğru bir tespit- bu hobiler dahi kadınları yine eve/evine döndürüyor. Oysa ki kadının kamusal alanda yer alması, görünür olması oldukça önemli. Kültür sanat aktiviteleri tam da Hülya Özyol’un dediği gibi belirli bir kesime ulaşabiliyor. Ücretli aktivitelerde soruna” ekonomik durum” diyelim, açıklaması belli. Peki ama ücretsiz aktiviteler? Bu tür aktivitelerde de hep aynı insanları, aynı kadınlarımızı görüyoruz neden? Neden ulaşamıyor bunlar diğerlerine, ya da kadılarımız mı ulaşamıyor bunlara? Ulaşım? Şehrin ortası Haşim İşcan Kültür Merkezi mesela. Tiyatronun, operanın, balenin kalbi. Toplu taşıma ile en azından gösteri saatlerinde her yerden neden ulaşım sağlanamıyor? Ya da mesela neden buralara servis sağlanamıyor? (Kendimce buraya bir not; yaşadığımız bu kapitalist dünyada alışveriş merkezlerinin kar amacı ile tüketiciyi AVM’lerin kapısına kadar servisle taşıdığı dünlerden bugünlere kültürel faaliyetler için vatandaşlara bu hizmeti sağlamak çok mu maliyetli?). Hülya Özyol’un anlatımından tamamen katıldığım güzel cümleler; “Önündekini, sana sunulanı görürsün, talep etmeyi öğrenmeli kadın.” “Kadına ne verirsen sürdürülebilirliği vardır. Çünkü kadın dönüştürür ve öteye götürür”.
Panel ve içerikte yer alan konuların her biri birbirinden kıymetli ve önemliydi. Kadınların örgütlenmesi, yönetimlerde ve özellikle yerel yönetimlerde yer alması da hayati değerde. Ancak, yönetimde, yerel yönetimlerde yer almıyoruz diye diğerlerinin başını kuma saklaması, görmezden gelmesi, suskunluğa kapılması, “başkası yapıyor nasılsa” mantığı ile bakması doğru bir yol ve yöntem değil.
Bu noktada tabii ki tüm bireylere, ancak yaşadığımız bu ataerkil düzende özellikle kadınlarımıza düşen görev; görmek, farkına varak, talep etmek. Israrla ve ısrarcı bir şekilde taleplerini dile getirmek, ses vermek. Gereğine , içinde yaşanılan duruma göre hareket etmek. Gerektiğinde hukuki yollara başvurmak. İtiraz etmek. Şikayet etmek. Talep etmek. Yerel yönetimlerin/belediyelerin halkın talep ve şikayetlerini aldıkları masalara ister internetten, ister fiziki dilekçe ile müracaat etmek. Gerek sosyal/fiziki, gerek sanal ortamlarda ses yükseltmek.
Panelden bağımsız olarak kendi düşüncelerime gelirsek;
Kadınlar olarak biz; kimseden hakkımız olmayan bir şeyi istemiyor, aramıyoruz. Hakkımız olanı, insan olmanın, insanca yaşayabilmenin doğal haklarını istiyoruz. “Utanma, çekimserlik” toplumsal düzlemde ataerkinin kadına yakıştırmış olduğu kelimeliler. İnsan olmaktan da kadın olmaktan da utanmıyor, çekinmiyoruz. Erkek egemen sistemin dayatmalarına pabuç bırakmak, kendinden vazgeçmek, korkmak insan olmanın vasfına aykırı ve biz kadınların işi değil.
Ev, temizlik, yemek çocuk, bakım, hizmet işlerinin “kadına yönelik” işlerden çıkarılmasını istiyoruz.
Ekonomik açıdan kendi ayaklarımızın üstünde durmak istiyoruz
Kurumsal eğitimde laik, çağdaş bir eğitimle birlikte, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini körükleyen değil,eşitliği öğreten bir eğitim müfredatı istiyoruz.
Haberlerde, reklamlarda, sosyal hayatta erkek egemen bakışla süre giden kadına özgü toplumsal rolleri, çaresizliği, şiddeti pekiştiren ya da kadını cinsel objeye indirgeyen söylem/görsel/ hitabeti istemiyoruz.
İstihdamda ve kariyer yönetiminde eşitlik istiyoruz.
Ücretsiz, laik ve nitelikli kreşler hem bizlerin, hem çocuklarımızın en doğal hakkı. Hakkımızı istiyoruz.
Ekonomik koşullar göz önüne alındığında, özellikle çocukların gelişimi, sağlıklı bir neslin varlığı ve yetişmesi için gereken temel tüketim madderine ulaşmak istiyoruz.
7/24 mesai istemiyoruz. Kadınların da kendini geliştirmesini sağlayacak boş vakitleri kalsın, olsun istiyoruz.
Sokaklarda güvenle her saatte dolaşabilmek istiyoruz.
İstediğimiz şekilde istediğimiz gibi giymek, konuşmak, gülmek, yemek içmek, nefes almak istiyoruz.
Makyaj yapan, biraz özenli giyinen kadın, erkek söylemi ile “aranan,” “kuyruk sallayan” kadın değildir ( ne dehşet ifadeler). Çoğu kendini iyi hissetmek için bunu yapar. Bilinsin istiyoruz.
Sözle, bakışla ya da bilfiil fiziki olarak tacize uğramak istemiyoruz.
Herhangi bir şehrin merkezinde, özel bir davete gitmek için olsun, iş için olsun özenli giyinmişsek önümüzde arabaların dörtlülerini yakıp beklemesini istemiyoruz. (Bu plaka bazında şikayet konusu olmalı bence. Çalışılmalı üstünde. Kadına yönelik caydırma, korkutma ve direk tacizdir bu konu).
Özel bir anı; Evime yakın güzergahta, şehrin ana caddesinde, sadece yürüyüş için bulunduğum bir gün, 2 defa aynı yerden geçme gafletinde bulunmuşum. Duyabileceğim bir şekilde, bıyık altı, keyiflenerek yapılan erkek muhabbetine/ söyleme bakar mısınız? “Bir kadın aynı yerden 2 kez geçiyorsa anlamı vardır.”. Hastalıklı zihniyet.Ben şahsen özelimde bu zihniyetin tamamen değişmesini, dışlanmasını ve hatta tamamen yok olmasını istiyorum.
Şehrin her sokağında, her noktasında yerel yönetimlerin kadınların bilinçlenmesi için programlar düzenlemesini, gerek hukuki, gerekse psikolojik destek için görev almalarını bekliyorum.
Ve daha pek çok şey…
Aslında erkeği de, kadını da doğuran, en başından itibaren eğiten ve toplumu yaratan, üreten biz kadınlarız. Bizler her insanın talep ettiği ve istediği gibi; güvenle, eşitlikle, baskısız, insan gibi, insanca, özgürce yaşamak istiyoruz. Ne eksik ne fazla.. Biz çok şey değil, sadece yaşam hakkımızı, hakkımız olanı istiyoruz.
İster “yerel” olsun, ister “merkezi” olsun tüm yönetimlerin ve vatandaşlarımızın dikkatine diyelim..
Güzel, adil, eşitlikçi, aydınlık günler temennisiyle.
Sevgi ve saygılarımla..
*Kadınlara yönelik kafeler fikri, içinde yaşadığımız toplumsal zeminde ve inanç düzleminde bazılarının tercih sebebi olabilir. Herkesin fikrine saygılıyım. Ancak, bu tarz uygulamaların yaygınlaşması kadın erkek toplumsal rollerin pekişmesi, ayrımcılık noktasında yine bir soru işareti bence. Haremlik selamlık uygulaması gibi. Oysa biz birlikte varız. Kadın, erkeğin girebildiği her cafeye, her kamusal ortama çekincesi olmaksızın girebilmeli.
** Ekonomik koşulları çok kötü, iflas halinde, hatta elektriğin bile kısıtlı saatlerde kullanıcılara sunulabildiği bir ülkeye seyahatimizde dikkatimi çekmişti. Güneş alabilen yerlerde, hatta dağ başı evlerin, yerleşim yerlerinin yakınlarında yollara güneş enerjisi ile çalışan aydınlatmalar konulmuştu. Muhteşem çözüm..