Kadınlara yönelik şiddet durmuyor….
Durduran olmuyor…
Yapılan sözleşme de kaldırılıyor!
Ülkemizde kadına yönelik şiddet ve kadın cinayeti vakalarının istikrarlı bir şekilde gerçekleşmeye devam ettiğini üzüntüyle izliyoruz! CORONAVİRÜS’ün pik yapmış olmasına, şiddetini düşürmesine rağmen ne acıdır ki kadına yönelik şiddet henüz PİK yapmamış tam aksine vahşi yükselişini de sürdürmeye devam ediyor…
Dolayısıyla şiddeti konu alan hukuki düzenlemeler bir kez daha gündeme geldi ve kadına yönelik şiddete ilişkin hazırlanan ve imzalanan “İstanbul Sözleşmesi” tartışmalara konu oldu.
2011 yılının Mayıs ayında İstanbul’da, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan “İstanbul Sözleşmesi”, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesini konu alan ve hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belgedir.
Bu doğrultuda sözleşmenin taraflarca nasıl uygulandığını izleyecek bir uzmanlar grubundan oluşan kurulunun denetim mekanizması olarak çalışması öngörülmüştü. Söz konusu sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan ilk ülke ise Türkiye olmuştu. İstanbul Sözleşmesi, 1 Ağustos 2014 itibarıyla Türkiye’de resmen yürürlüğe girmişti.
Kurulun Türkiye’ye Dair İlk Raporu şöyle:
Sözleşmenin taraf ülkelerde uygulanmasını izleyen GREVIO, Türkiye raporunu 15 Ekim 2018’de yayınladı. GREVIO’nun hazırladığı değerlendirme raporunda, Türkiye’nin sözleşmeyle uyum sağlamak için kanuni düzenlemeler yapması takdirle karşılansa da mağdurların korunması konusunda Türkiye’nin çabasının yetersiz olduğu dile getirildi. Bunun yanı sıra raporda, kamu politikalarının kadına yönelik şiddet üzerindeki etkilerinin bütüncül ve derinlemesine değerlendirilmediği de belirtildi. Ayrıca rapora göre; Türkiye’de kadına yönelik şiddet ile mücadeleyi zayıflatan unsurlardan biri, kadınlara yüklenen annelik ve bakıcılık gibi geleneksel rollere öncelik verilmesi. GREVIO, Türkiye’de kadına yönelik şiddete ilişkin resmi verilerin bulunmamasına ise ayrıca dikkat çekti.
Sözleşme’nin en önemli özelliklerinden biri; kadına yönelik şiddetin bir insan hakkı ihlali ve bir ayrımcılık türü olarak kabul edilmesi. Ayrıca İstanbul Sözleşmesi, “toplumsal cinsiyet” kavramının tanımını yapan ilk uluslararası sözleşme olarak da biliniyor ve mevcut toplumsal cinsiyet anlayışının kadınlar ve erkekler için toplumsal roller biçtiği kabul ediliyor. Toplum tarafından üretilen bu rollerin kadınlara yönelik şiddette payı olduğu vurgulanıyor. Bu bağlamda “kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” tanımı ayrıca yapılıyor.
“Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, kadına kadın olmasından dolayı uygulanan ve kadınları orantısız biçimde etkileyen şiddet anlamına gelir.
Bununla birlikte, İstanbul Sözleşmesi’nin Türkçe çevirisi çokça eleştiriliyor. Örneğin Sözleşme’nin orijinal metinde yer alan “domestic violence”, Türkçe çevirisinde “ev içi şiddet” yerine “aile içi şiddet” olarak geçiyor. Ancak sözleşmenin Türkçe halinde her ne kadar “aile içi şiddet” kavramı kullanılsa da birçok kadın kuruluşu, gazeteci ve akademisyen “ev içi şiddet” nitelemesini tercih ediyor.
İstanbul Sözleşmesi’nin giriş bölümünde; kadınlar ve erkekler arasında sağlanacak eşitliğin, kadına karşı şiddetin önlenmesinde temel bir unsur olduğu dile getiriliyor. Kadına yönelik mevcut şiddetin tarihten gelen ve eşit olmayan güç ilişkilerinin bir ürünü olduğu ve yapısal olarak toplumsal cinsiyete dayandığı belirtiliyor. Sözleşmede, erkeklerin de toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin mağduru olabileceği kabul edilirken, kadınların ve kız çocuklarının bu şiddet riskine daha büyük bir oranda maruz kaldıkları vurgulanıyor.
Sözleşmenin iki temel dinamiği bulunuyor. Sözleşme kapsamında hem kadına yönelik şiddet hem de ev içi şiddet ele alınıyor. Bu doğrultuda Sözleşme’nin ana odağı kadınlar ve kız çocukları olmakla birlikte; ev içi şiddet kapsamına kadın erkek fark etmeksizin yaşı ne olursa olsun herkesin girebileceği söylenebilir. Ancak Sözleşme’nin yaşlı ya da yetişkin erkekler dahil ev içi şiddet mağduru diğer gruplara uygulanıp uygulanmayacağı taraf devletlerin inisiyatifine bırakılıyor. Bununla birlikte, ev içi şiddete maruz kalan erkekler ve yaşlılar gibi diğer şiddet mağdurlarının da uygulamaya dahil edilmesi teşvik ediliyor.
Öte yandan İstanbul Sözleşmesi yalnızca evli çiftleri değil, evli ve evlilik dışı tüm çiftleri sözleşmenin öznesi olarak görüyor. Sözleşmenin Türkçe çevirisinde bazı sıkıntılar olsa da ilgili maddelerde eş/ebeveyn ibarelerinin yanında “partner” sözcüğüne rastlamak da mümkün. Ayrıca konuyla ilgili çalışmaları bulunan Prof. Dr. Kadriye BAKIRCI, sözleşmenin Türkçe çevirisinin değil, asıl metninin bağlayıcı olduğunu vurguluyor.
Bununla birlikte Sözleşme, kadına yönelik şiddeti ele alırken yalnızca ev içi şiddeti esas almıyor. Bir başka ifadeyle, ev dışında gerçekleşen kadına yönelik şiddet de sözleşmenin kapsamında yer alıyor. Bu doğrultuda sözleşmenin sağladığı koruma, kamusal alan için de geçerli.
Sözleşmenin bir diğer önemli özelliği de, taraf devletin vatandaşı olmayan kadınların da sözleşme kapsamına girmesi. Hukuki statüsü ne olursa olsun göçmen kadınların da kadına yönelik şiddete maruz kaldıklarında İstanbul Sözleşmesi’ne tabii tutulması öngörülüyor. Bu durum, kadına yönelik şiddet vakalarında mağdur kadının vatandaşlığına bakılmaksızın sözleşmenin geçerli olacağını gösteriyor.
İstanbul Sözleşmesi ile amaçlanan; kadınlara yönelik şiddetin ve ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak, kadınların güçlendirilmesi de dahil olmak üzere kadın-erkek eşitliğini yaygınlaştırmak gibi temel amaçlar güdülüyor. Bunun yanı sıra; kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet mağdurlarının korunması için politikalar geliştirmek, bu konuda uluslararası işbirlikleri yürütmek ve bu doğrultuda çalışan kuruluşlar ve kolluk kuvvetlerinin birlikte etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak da hedeflenenler arasında.
Sözleşme’nin taraf devletlerden talepleri ise; kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesine yönelik çalışmalar yapılması, şiddet mağdurlarının korunması, kadınlara yönelik şiddetin bir suç olarak nitelenmesi ve şiddet uygulayan tarafın yargılanması, kapsamlı ve koordineli bir şekilde ele alınacağı bütüncül politikalar hazırlanması ve bu amaçlar doğrultusunda kullanılacak yeterli ve uygun finansal kaynakların sağlanması olarak sıralanabilir.
İstanbul Sözleşmesi yalnızca fiziksel ya da cinsel şiddetin değil, psikolojik şiddet, ısrarlı takip ve cinsel tacizin de cezai suçlar olarak değerlendirilmesini ve gerekli hukuki tedbirlerin alınmasını öngörüyor. Bunun yanı sıra sözleşme gereğince; zorla evlendirme, kadın sünneti, zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırma gibi kasten gerçekleştirilen eylemlerin cezalandırılması için de yasal ve diğer tedbirlerin alınması gerekiyor.
Yukarıda sayılan tüm suçların işlenmesine yardım ve yataklık etmek de İstanbul Sözleşmesi gereğince suç olarak kabul ediliyor. Ayrıca söz konusu suçlar kasten işlendiğinde, suçu işleme girişiminde bulunmanın da suç olarak değerlendirilmesi öngörülüyor.
Sözleşme’de yer alan bir diğer önemli husus, sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eyleminin gerçekleşmesini müteakiben başlatılan cezai işlemlerde; kültür, gelenek, din, görenek ve sözde “namus”un bu eylemlerin gerekçesi olarak kabul edilemez olması.
Sözün Özü!
Sözleşme, AKP Hükümeti’nin DAVUTOĞLU Başbakanlığı döneminde imzalanmış ve aslına bakarsanız doğru da yapılmış bir sözleşme. Üstelik sözleşmeye iştirak eden ülkelerin de konuyu Türkiye’de görüşüp hazırlaması, “İstanbul Sözleşmesi” diyerek de onurlandırması açısından çok önemli olduğunu belirtmek isterim. Kadınlarımızın bu konuda ısrarcı olmaları, sahip çıkmaları gereken bir sözleşme!
gazete2000@hotmail.com
Önce kadın kendine ve kadın kadına sahip çıkacak, yoksa çok zor bunlardan kurtulmak.
Tabii ki yasalar her türlü şiddete karşı hepimizi korumak, kollamak vs bir güç odağı olmalı ki hem caydırıcı olsun hem kadın da arkasında devletin gücünü hisettsin. Polislerin bile kocandır döver dediğine șahitlik etmiştim zamanında…
Aslında şiddeti sosyolojik boyutuyla inceleyip, sorunun kökenine inip çözümleme yapmalı m ve çocukluktan doğru yetiştirilmeli, eğitilmeli vs
Çok uzun bir konu ve çok yaralayıcı, şiddett ne korkunç bir kelime söylerken bile insanın psikolojisini bozuyor
Selamlar
Haklısınız. Daha küçük yaştan itibaren kız çocuklarına baskı yapılıyor, erkek çocuklarına ise ŞİDDET içeren kelimeler, övgüler, methiyeler diziliyor. Büyüyünce de işte bu malum olaylar yaşanıyor. Teşekkür ederim Marry GRÜNBART
Erkek ve kız ayırımı yapmayan anne babaların yetişmesi en önemlidir kanımca. Erkek ve kız ayırımı yapan anne ve babaların yetiştirdiği polis, hakim, doktor, mühendis ya da her hangi bir meslek sahibinin yetiştireceği evlatlar da aynı olacaktır, oluyor da… Yasalar, sözleşmeler tabii ki gerekli, ama sorunun asıl çözümü eğitim sistemindedir bana göre. Ülkemizde var olan yasaları bile uygulatmayan zihniyetin sorumluları kimlerdir diye hep düşünürüm. Teşekkürler düşündürdüğünüz için.