Türkiye Cumhuriyeti; üç kıta – yedi iklim, Devlet-i Aliyye’yi Osmaniyye’nin paramparça edilmesiyle İslam’ın son karakolu olarak “misak-ı milli” ile sınırları belirlenmiş Edirne Kars arası bir coğrafyaya sıkıştırıldı… Osmanlı sonrası oluşan irade; bu ülkeye, bu küçültülmüş fiziki sınırın ötesinde geçmişindeki zengin tarihsel ve kültürel kodlarıyla irtibatını koparma adına da çok ağır ve baskıcı politikalarını, toplumun bütün katmanlarına dayattı. İtiraz edenlerin idam, sürgün, zindan vb. bedeller ödedikleri bir zaman dilimi yaşandı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan bu “maziyi inkar politikası” beraberinde “ufku, ülküsü, hayali bitik, duyguları ve inanç değerleri dumura uğramış kompleksli nesiller” yetişmesine neden oldu. Bu nesiller; batıdan ithal yasalarla yaşamak bir yana, ferd, aile ve içtimai hayatlarında batının değer yargılarını hayatlarının amentüsü yaptılar.
Bu makus süreç; Cumhuriyetin ilk çeyreğinde (1925-1950) sorgulanamaz iken, ikinci çeyreğinde kabulü zorunlu, aksi düşüncelerin hakkı hayat bulamadığı (1950-1975)bir süreç oldu.. Üçüncü çeyrek; ikinci çeyrekteki mana mimarlarının çok ağır bedellerle ektikleri tohumların “nevşü nem’a bulduğu” (1975-2000) bir zaman dilimi olmuştur.
Dünyanın hakim güçleri; uluslararası entelijansiya ve toplum mimarları vasıtasıyla bu değerleri dayatmakla kalmadılar aynı zamanda bu baskılarıyla yaptıkları toplum mühendisliklerine toplumun geniş katmanlarını da inandırdılar. Ecdada söverken; toplumsal idare adına batının kutsalı olarak sunulan DEMOKRASİ’yi 1960-70-80 de cuntalarla 28. Şubatta da post modern darbelerle iç ettiler. Zira batıya ve bizdeki yardakçılarına göre DEMOKRASİ; HELVADAN YAPILMIŞ BİR PUT OLUP ÖNCE TAPILIR; SONRA ACIKINCA YENİLEBİLİR…
Son çeyrekte ise; Türkiye’de beklenmedik bir şey oldu. 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu. Ve Kuruluşunun hemen akabinde milletin çok ciddi teveccühüyle iktidar oldu. Millet; Ak Parti’yi iktidar yaparken, hakim güçler; aynı başarıyı gösteren Demokrat Parti ve Anavatan örneğiyle teselli buldular. Nasılsa; Başbakanlar söz dinlememeye başlayınca asılabilir, Cumhurbaşkanları zehirlenebilirdi! Bu sürecin ön hazırlığında da her türlü fırıldak çevrilebilir, nasılsa “zinde güçler” bu toplum mühendislerinin; sermaye, bürokrasi, STK, basın ve askerin kolektif çalışmasıyla 10 yıllık ömrün hitamında gerekeni yapacaktı…
Bu süreçte toplumda karşılığı olan kişilerden (siyasetci, gazeteci, aydın, kanaat önderi vb.) birkaçı faili meçhule gitmiş, akabinde sokak eylemleriyle 5-10 bin gariban Anadolu çocuğu ölmüş çok mu önemliydi? orta ve alt gelir gruplarının kasasının ve kesesinin boşaltılması… bunlar da bu işin raconunun gereği… hem göbeğini kaşıyan, kömürcü, makarnacı bu millet her seferinde “burjuvazi ve elit kadrolar yerine” kendilerine benzeyen bu adamları seçerek zaten bunu hak ediyordu… O halde bedelini de ödesinlerdi…
Bu kısır döngü yıllar yılı böyle giderken ve yine böyle gideceği hesaplanırken; hesapları alt üst eden Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN oldu. Bir kere kendinden öncekilere göre çok sıra dışıydı: milletin teveccühünün ötesinde ümmetin sesi olmuştu, diklenmiyor ama dik duruyordu, post modernine de sosyal medya darbelerine de posta koyuyordu. Muhtemelen şapkası olmadığı için olsa gerek! gördüğü kep ve postal karşısında şapkasını alıp gitmiyordu. Sokakta ihtilal provası yapanlara da; ellerindeki sermayeyi milletin çocuklarının birbirini kırmasına harcayanlara da doğru teşhisle kafa tutmanın ötesinde hesap soruyordu. Doğrusu varılan sonuç çok da kolay olmamıştı “Besmele”ye başlamadan 6-7 yıl sadece EUZU çekmekle uğraşmıştı… Modern tabirle “sistemin akreditesinden öte sistemi entegre etmişti”…
Milli oluşu; ümmeti düşünmesine, Anadolu insanını düşünmesi; çok uzak coğrafyalarda Myanmar’ı, Sudan’ı, Somali’yi, Şam’ı, Gazze’yi, Kahire’yi düşünmesine engel değildi… Kasımpaşalı duruşu; mazlumun haline ağlamasına engel olmuyor, zulme ve zalime “ONE MİNUTE! Derken olmazlar oluyor İsrail siyonisti bile özür diliyordu.
Bu birileri için hazmı zor bir durumdu: İçerde darbe heveslileri, ve darbesiz bir yerlere gelmeleri asla mümkün olmayan birileri; klasik – modern pek çok darbe çalışması, suikast denemeleri, gezi parkı, lavlı roketli saldırılar… Kimi “elense amaçlı” kimi doğrudan hedef eylemler… ama olmadı tutmadı! Bu sefer de “suret-i Hak’ta görünenlerle” fitneler çıkardılar… Şimdilerde bu necip millet ferasetiyle; güçleri / sayıları ne olursa olsun, bu oyunu bozdu / bozuyor.
Evet; fitne odakları ne yaparlarsa yapsınlar: Her fitne denemesi boşa çıkıyor: Zira “kulların bir hesabı; Allah’ında bir hesabı” var. Ve şüphesiz Allah’ın hesabı kulların hesabının üstündedir. Görünen o ki; kader; bir kez daha bu millete Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında dünya muvazenesinde söz sahibi olma fırsatını açmış görünüyor.
Yeter ki; Gayretullah’a dokunacak şekilde; içten içe bir çürüme olmasın…
Mehmet Ali KULAT
info@makdanismanlik.org