Saat sabahın 05:00 sularıydı.
Hastalarım iyiydiler. Hepsi de mışıl mışıl uyumaktaydılar.
Kattaki görevimi saat 07:00’de ki gündüz hemşirelerine bırakacaktım. Servisimdeki hastaların son durumlarını not ettikten sonra sabah verilecek ilaçlarını hazırlamaya koyuldum.
Tedavi odasındaki işim bitince deskten pansumanını değiştirdiğim hastanın dosyasını aldım. Servis odasına geçmeden önce yerleri silmekte olan Hasan efendiye usuldan seslendim:
Hasan efendi,”
“Buyur Miss. Gürbüz”
“Ben servis odasındayım. Kat sana emanet. Önemli bir şey olursa bana haber verir misin?”
“Tamam. Benim de işim bitti zaten. Siz endişe etmeyiniz.”
Servis odasına geçtiğimde kirpiklerim uykuya hasretti. Gözlerimin içi acı biber sürülmüş, gibi yanmaktaydı. Gözlerimi birkaç kez açıp kapadım. Sürekli açık olduğundan içi sızım sızım yanıyordu. Adeta gözkapaklarımın kapanmaması için irademi zorlamaktaydım.
Üstelik midemdeki ekşi sıvı boğazımı yakmaktaydı. Acıkmıştım. Kahvaltımı nöbet tesliminden sonra ek binamızda yapacaktım.
Açlığımı bastırmalıydım. Buzdolabını açıp süt kovasından bir bardağa süt doldurdum. Soğuk sütü yudum yudum içtim. İyi gelmişti. Üzerimdeki uyku hali silinmişti.
Yorgun bedenim koltuğa çökerken bakışlarım hasta dosyasındaydı.
Yeşil sayfayı açıp yazmaya başladım.
“Hastanın pansumanını saat 03:00’de değiştirmek zorunda kaldım. Pansuman değiştirmemdeki asıl neden…”
Hastanın durum bildirme notunu yazmayı bitirdikten sonrasını anımsamıyordum. İçim geçmişti…
Omzuma dokunan temasla koktuktan sıçramıştım!
Karşımda Hasan efendi durmaktaydı.
“Özür dilerim Miss. Gürbüz. Maksadım sizi korkutmak değildi. Kusura kalma… Ama hastaların kahvaltılarını dağıtacağız. Zaman geldi… ”
“Ah, sen miydin? Önemli değil. Benim de içim geçmiş. Tamam Hasan efendi. Sen başla. Ben de hemen geliyorum.”
Yerimden fırladım.
Saatime baktığımda zamanın çabuk geçtiğini gördüm.
Uyku ile ölüm ne çok birbirine benziyordu. Acaba ölüler diyarında da zaman böyle çabuk mu geçiyordu?
Aklımı kuşatan düşüncelerden, musluktan yüzüme su çarparak uzaklaşmıştım.
Aynadaki suretim hiç de hoşuma gitmemişti. Kepimin firketesi çıkmış başımın yanına doğru kaymıştı.
Dilimi çıkartıp kendime bir gülüş uzattım.
Saçımı taradım. Başımda ki kepimi düzelttim. Çantamdan ruhumu çıkartıp sürdüm. Zaten tek süsüm siklamen renkli ruhumdan ibaretti.
…
Servisin tedavi ünitesine geçip ilaç tepsisini aldım. Hastalar kahvaltılarını ederlerken ilaçlarını refakatçilerine verip, hastaların rutin ateş, nabız, tansiyon kontrollerini yaptıktan sonra deske geçip oturdum. Saatime baktığımda nöbetimi teslim etmeme on dakika kalmıştı.
…
Kahvaltı salonunda aklımda iki şey vardı. İlki, Hasan efendinin eşini öldürme sebebi, ikincisi ise Prof. Dr. F. Alican’ın bana vereceği tepkisiydi.
Kahvaltı sonrasında lojmanların olduğu bölüme geçtim. Odam iki kişilikti. Oda arkadaşım gündüz nöbetini devralmıştı. Ben de güzel bir uyku çekecek miydim? Bunu ancak Allah bilirdi.
Formamı özenle dolabıma astım. Banyoya geçip ılık bir duş aldım. Duş sonrası eşofmanlarımı giyinip tam yatağa yatacaktım ki, telefonum çalmaya başladı.
Açtım. Kat sorumlu hemşiremiz Mrs. Kenan’dı.
“Miss. Gürbüz. Seni uykundan alıkoyacağım ama…”
Sesi endişeliydi.
“Sorun değil. Henüz uykuya geçmemiştim. Buyrun…”
Sonra da soluğumu tutarak sordum:
“Bir şey mi oldu Mrs. Kenan?”
“Bizlik bir şey yok da…Dr. Alican Bey burada. Acil seni görmek istiyor. Senin hemen kata gelmen gerekiyor, canım.”
“Anladım. Hemen geliyorum.”
Kolumda ki, saatime baktığımda 09:00 olduğunu gördüm. Doktor Bey, bu saatlerde hastalarının vizitini yapıyordu. Giyinip odamdan çıktım.
Anladım ki, korkulu kabusumla yüzleşme vaktim gelmişti.
4. katın ana girişine geldiğimde yorgun ayaklarım, geri geri gitmek ister gibi yavaşlamıştı. Beni şaşırtan şeyse Hasan efendiyle karşılaşmam olmuştu!
“Aa, sen daha buradasın! Evine gitmedin mi Hasan efendi?”
Başı yerdeydi:
“Sizi böyle yalnız bırakıp gidebilir miydim, Miss. Gürbüz? Anca beraber, kanca beraber..”
Onun sadakati, vefalı duruşundan öyle duygulanmıştım ki. Gözlerim nemlenmişti.
Fısıltıyla konuşarak sesimi kontrol etmiştim:
“Teşekkür ederim… Teşekkür ederim Hasan efendi. Haydi gel. Cenk başlıyor.”
Güç bulan adımlarım servise doğru daha hızlı hareket ediyordu. Derin bir soluk içime çekip, göğsümü dikleştirip servisime girdim.
Devam edecek
Emine Pişiren / Kocaeli
Dip Not:
Aslında anı hikayem burada bitmedi. Yeni başladı, diyebilirim. “Şafakta Gün Işırken” adlı kitabımda diğer bölümleri okumanız mümkündür.
İlginize, yazımı besleyen kıymetli yorumlarınıza sonsuz teşekkür ederim.