Kabak çiçeğinin fiziki yapısı kadar, renk uyumu da albeniliydi. Pazarda herkesin ilgisini çekiyordu. Vitrindeki altın kolye misali ruhu okşuyordu. Fiyatını sormadan kimse tezgâhtan ayrılmıyordu. Kabak çiçeğinin gizli bir çekim gücümü vardı? Diye kendimize sorardık.
Alışverişi görev bilinciyle yapan pazarcı hanım, kabak çiçeğini sarar mısınız? Dedi ve parasını verip el sepetine koydu. Pazarın zevki de böyle çıkardı. Gezersin beğendiğin alırsın, taze ve olgun.
Kabak çiçeği satılana kadar kimse salatalığın körpeliğini görmedi. Kabak çiçeğinden sonra, salatalık ve domatese alıcılar tarafından ilgi başladı. Çünkü sabah çiyini bile almışlardı. Kabak çiçeğiyle bir koparılmışlardı ama çiçeğin bir an önce tezgâha konması için acele edilmişti.
Kabak çiçeği solmamalı ve üzerindeki çiy kalkmamalıydı. Sonuçta arzulanan oldu ve pazarcı kadın çiçeğine kavuştu. Bizim için de çiçeği satmak gurur vericiydi. Tüm sebzeleri bitirmek ise kazanç demekti. Tezgâhı boşalttık ve okul yolunu tuttuk.
Heyecanım tavan yapmış halde sınıfa girdim. Öğretmenin sorularına kabak çiçeğini satmanın verdiği gururuyla cevap verdim. Günü neşeli geçirmek, hayata olumlu gözle bakmak, çiçeği nazikliğine karşılık ezmeden satmak önemliydi.
Üretimi verimli hale getirmek, başarmaktı. Çalışıyorsun karşılığını almalıydın. Kabak çiçeği bu karşılığı büyük bir gururla bize sunmuştu. Geçimimizi böylece sağlıyorduk. Çekilen zorluklara göğüs geriyorduk.
Tezgâhın başından bir sonraki pazara kadar ayrılmak, toprağın verimliliğiyle eşdeğerdi. Toprağa bıraktığımız alın terinin büyüsüne sahip olmak, büyük meziyetti. Böyle bir uygulama kabiliyete bağlıydı. Çünkü ürünlerimize toprağımızın, nimeti gözüyle bakardık. Onlar bizim göz bebeğimizdi.
Ürünlerimizi sevgiyle hazırlar, onurla satar ve mutlu olurduk. Mutluluk bir rüzgâr gibi gelip geçmezdi. Kalıcı izler bırakırdı. Bizler de bu sevgiyle, yeni ürünlerin peşinden koşardık. Fil dişi kuleden toprağa bakmazdık. Ellerimiz çamura bulanırdı. Fasulye tanesini elimizde bekletsek çimlenirdi.
Kabak çiçeğin yararlarını salatalık ve domates için de sayardık. Sebzelerimiz sevgiyle büyür ve tezgâha kadar aynı duygularla gelirdi. Haftaya görüşmek üzere ayrıldığımızda, sevinçle toparlanıyorduk.
Çiçeğimiz bağımızda tükendiğinde “seneye mevsiminde,” diye alıcıya salık verirdik. Onların yanına hiçbir şekilde başka ürün katmazdık. Kalitenin doruğundaydık, aşağı düşmek dere yatağına yuvarlanmak olurdu.
Her hafta farklı bir ürünle, kalbimiz sevinç içerisinde, tezgâhın başındaydık.
Tezgâhın başında olmanın gururu, yılın ödülüydü.
Hasan TANRIVERDİ