Geçen yazımızda Encümen-i Daniş ve serüvenine değinmiş ve İttahad-ı Hamiyyet’in Carbonari İtalyan adlı mafyasıyla ilişkileri olduğunu söylemiştik.
Doğrusu Osmanlı döneminin karanlıkta kalan olaylarının önemli bir kısmı hala karanlıkta ve aydınlanması halinde “derin devlet”in kökenine inmek daha da kolaylaşacaktır.
Örneğin hala aydınlatılamayan ve üzerindeki perdenin aralanmasıyla o dönemin kirli ilişkilerinin nerelere uzandığını bulmamızı sağlayan pek çok olay vardır. KULELİ Baskınından söz ediyorum. Hani şu “irticai kalkışma olarak dillerden düşmeyen baskın…
İsterseniz Kuleli baskınını Şerif MARDİN’den dinleyelim. Şerif MARDİN konuyu “şimdiye kadar izahı yapılmamış ve mahiyeti tespit olunmamış olan vak’a” olarak ele alır. Şerif MARDİN’İ okuyalım;
“1859 yılında cereyan etmiş bulunan Kuleli Vak’ası, Çerkez Hüseyin PAŞA, Cafer DEM Paşa gibi askerlerin ve Şeyh Ahmet gibi ulemanın iştirakiyle, Sultan Abdulmecid’i tahttan indirmek için girişilmiş bir harekettir.” Hala buna “irticai kalkışma” diyen laikçi çığırtkanlar olsa da işin öyle olmadığını savunanları görmezden geliyorlar. Şerif MARDİN’LE DEVAM EDİYORUZ;
“Hadiseyi tertipleyenler emellerine ulaşmadan yakalanmışlar ve muhtelif cezalara çarptırılmışlardır. Şimdiye kadar yapılan araştırmalarda bu hareketin bir irticai hareket mi, yoksa inkilap hareketlerimizin öncüsü mü sayılması lazım geldiği noktasında kat’i bir neticeye varılamamıştır.” (Şerif MARDİN; Türkiye’de Toplum ve Siyaset, s. 284)
Ülkemin resmi tarihi ve tarihçileri “irticai kalkışma” olarak dile getirse de o eylemin zamanı hangi örgütlenmelerle eş zamanlı olduğunu fark edecektir. Peki, bu olayları kimler ve niçin tertiplemiştir? Kuleli baskınından kısa bir süre sonra ortaya çıkan İtalyan mafyasından Carbonari’nin bizimkilerle ilişkisini öğrendiğimizde benzeri olayların içyüzü hakkındaki kanaatimiz de anlaşılacaktır.
Carbonari adındaki mafyanın Jön Türklerle ilişkisi çokça yazılıp çizildi. Doğrusu bu ilişkinin sonrası neler olupbitti bilinmiyor. Bu sebeple Jön Türklerin nasıl ve neden bu örgütle ilişkiye girdiğini daha çok merak ettiğimi itiraf etmeliyim. Bu örgütsel ilişkiyi GİZLİ ÖRGÜTLER VE TARİKATLER kitabında Murat ŞAHİN;
“Yeni Osmanlılar Cemiyeti, 19. yüzyıl Osmanlı siyasî tarihinde önemli etkilere sahip gizli bir teşekküldür. Bu gizli cemiyet 1865`te kurulmuş olsa bile daha öncesinde farklı farklı yerlerde küçük gruplar halinde toplanıyordu. Cemiyet mensupları arasında Ziya ve Kemal Beyler, Ali Süavi, Mahmud Nedim Paşa’nın yeğeni Mehmed Bey, Reji komiseri Nuri Bey, sonradan Kudüs kaymakamı olan Reşad Bey, gazeteci Âgâh Efendi, Şinasî, Suphi Paşa-zâde Ayetullah Bey vardı. Abdurrahman Şeref’e göre; cemiyetin ruhu ve reisi Mehmed Bey’dir. Kendisi de bu cemiyete 105 numara ile üye olan Ebuzziya`ya göre ise Nuri ve Reşad Beyler başkanlık görevini yerine getirmekteydiler. Cemiyet kısa bir süre içerisinde 245 kişiye ulaşmıştı.” şeklinde açıklıyor.
Sorun bu örgütle Jön Türklerin ne tür bir ilişkisi olduğuyla alakalıdır. Gerçekten de cinayet, adam kaçırma, suikastler düzenleme faaliyetleri ile ün salan Carbonari örgütü ile Jön Türkler neden temasta olsunlar? Kitaptan okumaya devam ediyoruz;
“…1865 Haziran ayının bir Pazar günü, Nuri, Reşad, Mehmed ve Ayetullah Beyler, aralarına Kemal`i de alarak Yeniköy`deki Ahmed Bey`in yalısına ve oradan da Belgrad Ormanı`na gittiler… Ama daha da ilginç olanı; bu toplantıya katılanlar yanlarına Carborani ve Leh Gizli Cemiyeti`ne dair kitaplar almışlardı. Bu kitaplar onların daha önceden Carbonari’ciler ile temaslarının olduğunu göstermektedir.” İşte bu ilişkinin daha sonraki dönemde Osmanlı yöneticilerini nasıl zor durumda bıraktıklarını anlamak daha kolay. Zira yönetimsel değişikliklerin zor/şiddet kullanılarak yapılmasının gerekli olduğuna inananların başvuracağı yöntem şiddet olarak kendini gösterir. Carbonari ile ilişki bu yönde kadro ve eğitimleri oluşturma üzerine olmuştur. Bu konuda sadece Carbonari örgütünün desteği olsa amaç daha kolay anlaşılabilir. Ancak sadece Carbonari değil Fransızlar da Yeni Osmanlıcılara destekten geri durmamışlardır.
“Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin Carbonari’cilik üzerinden kuruluşu ve üyelerinin birbirlerini tanımaları özellikle Fransız elçiliğine mensup ajanlar tarafından sağlanmıştır. Ayrıca Genç Türkler’in yine bunlar tarafından Avrupa`ya götürüldüğünü…” öğreniyoruz. Neo Osmanlıcılar, Carbonari ve Fransa elçiliği, gelin de alakayı kurun… Peki, Jön Türklerin Carbonari ile ilişkiden sonra Osmanlıda ne tür gelişmeler yaşandı? İttifak-ı Hamiyet adlı örgütün faaliyetleri nasıl başladı?
Aşağıdaki gelişmeler ışığında Carbonari’nin Jön Türkleri nasıl etkilediğini bulmak mümkündür.
- Jön Türklerin sebep olduğu kışkırtmalar sonucunda II. Abdülhamid Balkanlardaki gelişmeler ve gayrimüslimlerin Meclis-i Mebusan’daki g/ayrılıkçı yaklaşımlardan dolayı Meclis’i fesheder ve 30 yıl sürecek mutlakıyetçi yönetimini başlatır. Genç Osmanlılar uzun süre gündemden kaybolurlar. Yine de 1878’de Ali Suavi’nin Çırağan baskını vardır.
- 2. “İttifak-ı Hamiyyetçiler, Ali Paşa Hükümeti’ni devirip yerine kendi usullerini kabul edecek hürriyet yanlısı bir şahsı getirmeyi plânlarken, Osmanlı’ya ciddi zarar verecek bir yolu da açmış oldular”. Burada kalsa açtığı yara fazla büyük olmayabilirdi? “Zîrâ cemiyet mensupları bir sonraki safhada padişahın yönetimden uzaklaşmasını hedef olarak tespit ederler”. Bununla da kalmadı, ihtilal için “düğmeye basıldı” ve Ziya Paşa her yerde Padişahın aklını yitirdiğini ve değişmesi gerektiğini söyler (B. ECEVİT’e de aynı şeyi reva görenlerle ne kadar da benzeşiyorlar);
Padişahı delilikle suçlar ve artık idareye el koymanın gerekliliğinden söz eder: “Bir hükümetin mahvolma zamanı gelince Cenab-ı Hak evvelâ reisinin aklını alır. Onun için zamanın padişahı (Sultan Abdülaziz) çıldırdı.
Ne kadar tanıdık ifadeler, ithamlar. Elbette bu yolla yönetime daha ağırlıklı sahip olmak istiyorlardı. Sultan bununla ikna olmaz ise tahttan zorla indirme teşebbüsleri bir sonraki aşamadır.
Ayrıca sonradan İttahad ve Teraki’ye evrilen bu yapılanmalar “II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra hangi paşanın hükümeti kuracağını kararlaştırmayı ve perde gerisinden de bu paşayı yönlendirmeyi planladılar.” (EKEV: 2/2 s. 175) bu bir nevi denetleme kurulu vazifesi olacaktı. (Encümen-i Daniş’imiz ile ne kadar da örtüşüyor) İttahat’çılar daha sonra ‘siyasi müsteşarlık’ için teklif vermişlerse de bu teklif red edilmiştir. Daha doğrusu 2/3 çoğunluğu yakalanmadığını gören İttadahçılar öneriyi geri çekmişlerdir. Bütün bunlar öteden beri iktidarı paylaşmak için “derin”lerin atraksiyonlarıdır.