34 yaşındaydım.
Evli ve iki çocuklu bir kadındım.
Devlet dairesinde sağlık memuruydum. Mesaimin bitmesine daha iki saat vardı. Bir türlü vakit geçmek bilmiyordu. Az önce 2 yaşındaki oğlum babaannesine zorla telefon açtırmıştı. Özlemişti beni. Tabi ben de onu.
Kapı çalınca bu düşüncelerden sıyrıldım.
“Girin.”
İçeri 70’li yaşlarında, alnı açık, kır saçlı, uzun boylu, oldukça şık giyimli bir adam girmişti.
“Başım şiddetli ağrıyor. Kuvvetli bir ağrı kesici rica etsem. Mümkün mü?”
“Geçmiş olsun. Tabi mümkün.”
O gün, o beyefendiye ağrı kesici bir tablet verdikten sonra gitmesini beklemiştim. Nedense odamdan gitmek bilmiyordu.
Üstelik çok konuşuyordu. Siyasi bir kişilik olduğunu. Bina müdürünün ve bakanın yakın arkadaşı olduğunu, sohbet arasında sıkça ihsas etmişti.
Ve de 12 kez evlendiğini.
Son eşinin ilk eşi olduğunu da anlatınca, onun çapkın biri olduğunu anlamakta hiç gecikmemiştim.
Sadece susup onu dinlemekle yetiniyordum.
Giderken ellerimi avuçlarına sıkıca hapsedince, onun çok daha ileri gidebileceğini de anlamıştım.
“Ne güzel elleriniz var. Kadife gibi yumuşacık. Yüreğiniz de yumuşaktır, sizin…”
“Teşekkür ederim efendim.”
“Bu güzel ellerin sahibine borçlandım. Ödemek isterim.”
“Aman efendim, bana ne borcunuz olabilir ki?”
“Başımın ağrısı geçti sayenizde.”
“Bu borç değil. Görevim.”
“Hayır, hayır, size bir akşam yemeği borcum var. Lütfen beni reddetmeyin…”
Yaşlı adam gidecek gibi değildi. Onu odadan kovabilirdim. Ama ikinci bir sürgün hayatı yaşamak istemiyordum. İlk sürgünümdeki suçum, amire hakaretti.
Binamıza yeni atanan emekli albay müdür yardımcımıza
“Ayı, ne olacak,” demiştim.
Çünkü kapıyı ayağıyla açmıştı.
Bu kez sakin olmalıydım. Olayı diplomasiyle çözecektim.
Yaşadığım hikayenin canlı oyuncusu olan ben, yıllar sonra yaşlılıkla ilgili konuya yakıştığı için bu anımı yazma fırsatını buldum.
Biraz sabırlı olursanız, hikayemin devamını yazımın sonuna sakladım.
…
Bu kez ne zaman yaşlanacağız? Sorusuna yanıt aramakla kafa yordum.
Bilim insanları 4000 kişiden fazla insanın kanını incelediğinde, ilginç bir gerçekle karşılaştılar: yaşlanmak 34, 60, ve 78 yaşlarında meydana geliyormuş!
Şaşırdınız sizde değil mi?
Uzm.Dr. Nuri Soysal diyor ki:
“Bizi ne yaşlandırıyor?” diye sorduğumuzda, hepimizin vereceği ilk cevap yaşımızın ilerlemesi olur.
Oysa bizi yaşlandıran sadece yaşımızın ilerlemesi değildir. Her yaş alan da yaşlanmaz.”
Doktorumuza katılıyorum. Öğrencilerimden biri yaşımı sormuştu. Ona 60 yaşındayım, dediğimde; “Oha hocam!” Demişti.
“Yavaş ol, Doğukan! Oha, hayvanlara denir.”
O da, canım benim, özür mü dilesin, iltifat mi, etsin bilememişti ki;
“Hocam, benim anneannem 53 yaşında bastonla geziyor. Siz zıplıyorsunuz,”demişti.
Hoşuma gitmişti. Öptüm o yetim çocuğu…
Demek ki, yaşlanmamıştım. Yaş almıştım.
Yaşlanmanın ilk belirtileri 30’lu yaşlarda, kendilerini göstermeye başlar. Üst göz kapağı cildinde bollaşma ve gözlerin dış kesimlerinde kazayağı olarak adlandırılan çizgilerde belirginleşme olur.
40’lı yaşlarda, burun kenarlarından dudaklara uzanan çukurlukta artış, alın çizgilerinde belirginleşme olur.
50’li yaşlarda, boyunda kırışıklıklar ortaya çıkar, çene çizgileri daha belirgin bir hal alır, gıdı oluşur ve burun ucu daha sarkık bir hal alır.
Dr. Nuri Soysal ;
“Biz kendimizde hangi belirtileri görürsek yaşlandığımızı anlayabiliriz?” sorusunun yanıtını yedi belirtiyle yanıtlıyor:
1- Cildimizin esnekliğini kaybetmesi.
2- Yüzümüzdeki kırışıklıklarda artış meydana gelmesi.
3- Cildimizdeki gevşemeye bağlı olarak cilt altı yağ dokumuzun azalması.
4- Yüzümüzün iskelet yapısındaki orta ve alt kısımların giderek canlı, diri görüntüsünü kaybetmesi.
5- Yüzün genişliğinde hafif bir artma oluşması.
6- Çene ucunun belirginleşmesi.
7- Elmacık kemiklerinin derinin elastikiyetini yitirmesiyle birlikte daha fazla ortaya çıkması…
Bu belirtilerin hepsini kendinizde görüyorsanız;
‘tamam ben yaşlanıyorum artık’ diyebilmemiz mümkün olur.
Tabi uzmanların görüşlerine saygı duyuyoruz da asıl ne zaman yaşlanırız biliyor musunuz?
60 yaşından sonra erkekler için yaşlılık:
Emekli olur olmaz tüm ikramiyesini ve bankadan yüklü bir krediyle son model bir araca yatırdığında,
Genç kadınlara karşı aşırı ilgi duyduğunda,
Boş vakitlerini kahvehane, dernek veya siyasi parti binalarında değerlendirdiklerinde,
Sanal sosyal platformlarda saatlerce vakit öldürdüklerinde,
Pisiuvara çifte çifte işediklerinde,
Uykularında başka kadının adını sayıkladıklarında,
Dışarıda şık ve nazik, evde dağınık ve kaba olduklarında,
Eşlerine olan ilgileri azaldığında,
Çocuklarına kızdıklarında huzur evlerine gitme tehditleri başladığında,
.
60 yaşından sonra kadınlar için yaşlılık:
Emekli olunca vaktinin çoğunu torunlarına ayırdığında,
Çarşı pazar dolaşıp evini çaputlarla doldurduğunda,
Parlak, simli giysiler giyindiklerinde,
Kuaför, dernek, siyasi parti binalarında vakit harcadıklarında,
Kalıcı makyaj, botoks, estetik yaptırma arayışlarında,
Eşlerine ” başım ağrıyor,” diyerek arkalarını döndüklerinde,
Mutfakta daha az zaman geçirdiklerinde,
Sanal dünyada daha fazla zaman tükettiklerinde,
İdrar kaçırmaz külot giydiklerinde…
Vs…vs…vs…
Yaşlılık belirtileri uzar da uzar.
Konfüçyüs yaşlılığı şöyle tanımlar:
“…İnsan 40 yaşına geldiğinde isimleri,
50 yaşına geldiğinde yüzleri,
60 yaşına geldiğinde pantolonunun fermuarını çekmeyi,
70 yaşına geldiğinde pantolonunun fermuarını indirmeyi unuturmuş.”
Bir fıkrayla biraz yumuşatayım sohbetimizi:
“3 tane yaşlı kadın oturmuş muhabbet ediyorlarmış. Bir tanesi:
– Ah… Ah! Hayat ne kadar da pahalılaştı… demiş ve ellerini kocaman açmış; eskiden şu kadar kocaman salatalıkları nerdeyse bozuk paralarla alıyoduk!
2.yaşlı kadın da:
– Haklısın şekerim! demiş ve o da 2 eliyle kocaman 2 yuvarlak yapmış; şöyle şöyle soğanlara da şimdikilerin yarı fiyatından bile az ödüyoduk!
Derken ikisi birden 3.yaşlı kadına dönüp:
– Sen niye konuşmuyosun? diye sormuşlar.
Yaşlı kadın onlara bakmış bakmış ve:
– Anlattıklarınızın tek kelimesini duyamıyorum ama tarif ettiğiniz adamı hatırlar gibiyim!..”
.
Her şey deminde güzel. Güzel dedim de size verdiğim sözümü de unutmadan yarım bıraktığım anımı yazayım:
…
O gün yaşlı siyasi kişiliği kırmadan, odamdan uzaklaştıracaktım. Eşim aynı binada şube müdürüydü. Ona telefon açıp destek alabilirdim. Ama ya sonuç ne olurdu?
Facia!
Bu nedenle konuyu kendim çözmeliydim.
“Tamam. Madem bana bir borcunuz var. O halde sizi kırmamalıyım. Akşam yemeği davetinizi kabul ediyorum beyefendi.”
Yaşlı adamın renkli gözleri birer misket gibi ışıl ışıl parlamıştı. Elimi büyük bir incelikle öptü.
“Beni ne kadar mutlu ettiniz bilseniz.”
Ona kibar, muzip bir gülüş uzattım:
” Yalnız bana izin verin randevu defterime bakmalıyım.”
Amacım ellerimi bir mengenene gibi hapsetmiş, o kemikli ellerden kurtarmak ve onu utandırmaktı.
Masamın üzerindeki ajandamı açıp sayfaları karıştırıp, bir sayfada durdu parmaklarım.
” 2030 yılının akşamı boş. Uygun mu o tarih sizin için?”
Adamın gözleri yerinden çıkacakmış gibi olmuştu. Şaşkın halindeki renk sesine de yansımıştı:
” Neyy? 2030 mu? Yaw ben o tarihte ölmüş olacağım!”
” Üzgünüm. Ben ancak o tarihte rahat bir nefes alabilirim. Çocuklarımı büyüteceğim. Okutacağım. Evlendireceğim. Emekli olacağım. Eşimle davetinize icabet ederiz efendim.”
Yaşlı adam beklemediğim bir tepkide bulunmuştu.
Kahkaha ile gülmüştü.
“Zeki kadınsın. Bende baltayı taşa vurdum. Kutlarım sizi.”
Ona gülümsedim. Kapı koluna asıldı. Tam çıkacaktı ki,
“Size bir şey önerebilir miyim?”
“Tabi, buyrun.”
“Acil tedavi olmalısınız. ”
” Neden ki?”
“Sizde Jennifer Sendromu Hastalığı var!”
Öyle bir meraklanmıştı ki;
“O da ne demek?”
“Evli olduğu halde genç kadınlara karşı, aşırı ilgi duyma hastalığı.”
Bir şey diyememişti. Ama bir kaç kez aynı sözcükleri tekrarlayarak odamdan çıkmıştı.
“Jennifer Sendromu… Jennifer Sendromu…”
12 kez evlenmiş yaşlı çapkından, o gün diplomasi yoluyla kurtulmuştum.
Emine Pişiren / Kocaeli