İstediğiniz kadar program değiştirin, bu milletin kalbine vatan aşkı yerleştiremedikten sonra yaptıklarınızın bir anlamı yoktur. Her millet kendi milli marşıyla heyecanlanıyor, gurur duyuyor ve çeşitli törenlerde marşın okunmasına vesile olmayı arzu ediyor. Özellikle spor müsabakalarında gördüğümüz tablolar bizim her daim göğsümüzü kabartan anlar olmuştur.
Şimdi dönüp bir bu çocuklara, bir okullarda yetiştirdiğimiz gençlere, bir de Dicle Üniversitesi açılış törenindeki saygı duruşunda ayağa kalkmayan ve akabinde okunan İstiklal Marşına duyarsız kalan gençlere bakıyorum. Bu çocuklar ilk-orta ve lise eğitimlerinde vatanperverlik adına, milli şuur adına, bu topraklarda yaşayan herkesle bir olma bilinci adına hiç mi bir şey öğrenmedi acaba… Müfredatlara baktığınızda sözde öğreniyorlar… Hem de alasını öğreniyorlar gibi görünüyor. Yıllardır sızlandığımız ve “değiştirin şu programları” deyi çırpındığımız mevzu işte bu. Duyarsızlığın sonucunu Dicle’deki gençlerde gördük. Bu vatanda bugün her kim yaşam hakkı bulmuşsa, ecdadın cephede döktüğü kan sayesindedir.
Kadın her yerde ve zamanda bir vicdan abidesidir. Ayağa kalkmasalar da, yaptıklarından utanmalarını önemli bir ölçü olarak yorumlarım. Ama marş okunurken kılı bile kıpırdamayan, yaşadığı ülkenin kanı, bayrağı, toprağı ve cebinde taşıdığı kimlik kartıyla hiçbir ortak paydası olmayanların bu ülkede bir “vatandaş” sıfatıyla yaşamaya hakları olmadığını düşünüyorum.
Anlaşılan o ki, okunan marşla o kişilerin kimin sülbünden geldikleri arasında ciddi bir tenakuz da var. Kimin hangi kanı taşıdığı merakında değilim. Ben bu vatanın evladı olarak, ecdadın yad edildiği, şehitlerin anıldığı bir tabloya lakayıt kalmanın bir haysiyet ve şeref sorunu olduğunu ifade etmek istiyorum. Bir eğitimci olarak beni rahatsız eden bir diğer ve mesleki konu, bu topraklarda vatandaş sıfatıyla yaşayan ve bu düşünceyle üreyip çoğalan halkın çocuklarına nasıl oldu da okullarda bu duyguyu kazandıramadığımız. Yıllardır mesleki eğitimin kalitesini, İngilizce eğitiminin kalitesizliğini kürsülerde tartıştık durduk. Fakat en önemli değerlerin nasıl oldu da öğretilemediği konusu gündemimize gelmedi. Eğer bu amaçla müfredata yeni konulan Değerler Eğitimi dersini saymazsak, halkı ortak değerler ve idealler etrafında bir arada tutacak nitelikte bir eğitimden mahrumuz.
İstediğiniz kadar Diyarbakır Emniyet Müdürünün teröristlerle ilgili söylediği sözlerini eleştirin. Ama bu vatanda yaşayan, her türlü imkandan yararlanan normal bir kişinin öğretmenini ve masum öğrencileri sınıflarında yakmaya kalkışamayacağı, otobüste yaktığı kurbanını geri dönüp izlediğinde yüreğinin sızlayacağını düşünüyorum. Mesele sadece İstiklal Marşına katılma meselesi olarak görülmemeli. Bu sorun ne 4+4+4’le ne de seçmeli ders sorunudur. Ortada topyekun eğitilememe, birlikte coşamama, birlikte üzülememe ve birlikte sevinememe sorunu var. Demokratik yollarla seçilmiş bir cumhurbaşkanının siyasi parti liderlerince, genelkurmayca ve dahi bazı kesim halkça kaale alınmadığı bir toplumda bunların yaşanması muhakkaktır. “Ah bir iktidara gelsem” diye yırtınıp bu yolla toplumun içine ayrışma ve sivil iteatsizlik tohumları eken siyasiler bir yerlerine kına yaksınlar… Bu topraklarda birileri artık yaptığı şerefsizliğin adını demokrasi ve ifade özgürlüğü koyuyor, kutsala dil uzatıyor, dalga geçiyor. Ama bilinmeli ki, o kutsal ve İstiklal Marşı, saygı göstermeyen o gençleri lanetlemiştir.