Son günlerde, ülkemiz, milletimiz ve milli geleceğimiz açısından oldukça önemli bazı gelişme ve değişmeler oldu. Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in vefatı; Bu vefatın seçim sathı maili nedeniyle toplumda yarattığı tepki, huzursuzluk polemik ve kırılmalar ile yol açtığı tartışmalar, günümüzde siyasetin hangi mecralara sürüklendiğine dair vahim emareler ortaya koymaktadır. Konuyu açmadan önce 65. yılı 14 Mayıs 2015 Perşembe günü idrak edilen Türk Demokrasi Bayramı, KKTC Cumhurbaşkanlığı şoku ve lânetli 27 Mayıs 1960 isyanının sene-i devriye haftasına girilmesi gündemi “ağırlıklı biçimde” etkilemiştir. Bunun yanı sıra, iktidar partisi v muhalefetin “seçim beyannameleri” ve “seçim vaatleri” yönünden yaşanan basitlik, ufuksuzluk, basiret-beka yokluğu, hırs-ihtiras kumkuması ve akıl tutulması hayreti muciptir!.
Daha nice meselelere nazaran, bahse konu ve millet tarafından sorun olarak algılanan olaylara şöyle bir bakalım: Öncelikle, vefat eden Kenan Evren’in kabrine gitmeyen (Aslında bunun abartılacak yanı yok. Çünkü cenazeye gitmek farz-ı kifayedir.
Mazereti olan cenazeye gitmeyebilir) idari/siyasi/mülki erkâna diyecek lâfımız yok. Lâkin aleyhinde kindar ifadelerle beyanatlar döşenenler; Kesinlikle biliniz ki, 12 Eylül şartlarını hazırlayan caniler ve cinayet şirketlerinin mel’un uzantı, işbirlikçi, mensup ve meş’um uzantılarıdır.
Kaldı ki, tam bir takiyyecilik numunesi babından olmak üzere; 12 Eylül muhakemesi nam duruşmalarda, kesinlikle bir müdahale değil, sadece ve yalnızca; Askeri müdahalenin 2 generali şahsen yargılanmış, sonuçta müebbet hapis ve rütbe sökümü kararı verdirilmiştir.
Ki, bu karar dahi, Türk İstiklâli ve Türkiye Cumhuriyetinin istikbaline matuf bir tehlike, tehdit ve Milliyetçilere gözdağı niteliğindedir.
“Seçilmişler (?) tarafından teşkil edilen hükümetler her ne yaparlarsa yapsınlar, sakın ola ki karışmayın!” Sanki, onurlu, sorumlu, namuslu ve dürüst bir seçim sistemi var gibi!.. Şu halde bile, kaç parti önseçim yaptı dersiniz? Sadece bir ve o’da % 85 oranında. Kalanları ve diğerleri bütünüyle merkez yoklaması, yani tayin. Seçim bunun neresinde? Ya demokrasi, adalet, eşirlik ve hukuk!…
27 Mayıs’ı, isyancılardan yaşayan kalmadığı ve bu durumda, Nürmberg mahkemeleri gibi ihtilâli yargılamak gerekeceği için dava açmadılar. Dolayısıyla, 12 Eylül ve 28 Şubat adı altında cereyan eden muhakeme faaliyeti ciddi, ilmi ve hukuki olmaktan uzaktır. Elli yıl süren isteklere rağmen 14 Mayıs “Demokrasi Bayramı” olarak kabul ve ilân edilmemiştir. Yassıada üzerinde yapılması düşünülen oyun, eğlen ve sair müştemilât ise AKP’nin söylemi ile eylemi arasında yaşanan çelişkinin açık bir göstergesidir.
Dahası: İlhan Kesici’nin 15 Mayıs 2015 günlü açıklamalarında ortaya çıkan utanılası ekonomik göstergeler; Dolarda oluşturulan suni artış; Vahim boyutlara ulaşan işsizlik; Çarşı ve pazarda dayanılmaz hale gelen pahalılık.; Borç batağına saplanmış milyonlar ve 6 milyona yakın emeklinin bin liranın altında maaş almakta olduğu gerçeği!.. Artısı var. Beş-altı milyon kişinin de asgari ücretle çalışmakta olduğu alenen, bağıra-çağıra söyleniyor..
Bütün bunlar: Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin istikbali ve istiklâli ile pervasızca oynandığını, birileri tarafından millete tuzak, kumpas ve düzen kurulduğunu işaret etmekte ve açıkça göstermektedir.
Yavru Vatan ve Milli Dava Kıbrıs Türk Kesimi KKTC’de yaşananlar ibret, hayret ve dehşet vericidir. Birileri çıkıp, devletin en yüksek makamlarından, “iki millet bir devlet” diye şerefsizce, soysuzca ve küstahça haykırırken; Ana vatan Türkiye Cumhuriyetinde de: “Ne kadar millet, o kadar devlet” diyebilecek kadar azgınlaşanlar var!..
İŞTE BU ORTAMDA İSTİKBAL ÜRETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR
Milletlerin tarih içindeki varlığı, önem, değer, saygınlık ve ağırlığı yaşayan kültürleri ile kaimdir. Özel anlamda kültür; Milletlere mahsus bir “tanımlama, açıklama, kendini ifade ve özellikle medeniyet” öğesidir.
Genel anlamda ise: Var oluş ve yaradılıştan bu güne kadar; İnsan eli, fikri, fiili emeği, ilim, akıl ve melekeleriyle oluşturulan ve zaman içinde gelişerek (tekâmül ederek) günümüze kadar ulaşan.; Davranış biçimi, dil, değer, ürün, maddi-manevi, sınai eser, bilim-teknoloji ve birikimin bütünü’ KÜLTÜR olarak açıklanır ve tanımlanır.
Yukarda bahse konu oluş, bilgi ve birikimlerin tamamına “MEDENİYET” denir.
Türk Milleti, muhtemelen yazılı tarihin başlangıcından İslâm’a ve İslâm’ı kabul ederek Müslüman olmasından bu yana (İslâm’ı samimi, arı-duru, onurlu-sorumlu ve dürüst müminler olarak yaşadığı) 1700 yılına kadar bütün medeniyetlerin hamisi; İlim, irfan, adalet ve hukukta ilham kaynağı.; İnsani boyut, bilgi toplumu, güvenlik, esenlik ve barış ikliminin çıkış noktası özelliğini haizdir.
Dolayısıyla bu gün Türk Dünyası, İslâm âlemi ve bütün mazlum milletler nezdinde “ümidin kâbesi” tahtında kabul/ telâkki edilen Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin bu ilim, idrak, akıl, şuur ve yüksek onurla hareket etmesi şart ve lâzımdır.
Aksine davranış biçimleri, damarlarında asil kan taşıyan Türk’ten beklenmez.
Çünkü büyük Türk milleti, muhalif güçler ve insani bakımdan az gelişmiş şer unsurlar tarafından şiddetle nefret ve haset edilen, öfke ve kıskançlık duyulan yüksek bir millettir. Bu meyanda muazzam bir kültür, milli-manevi değer, eserler ve medeniyetin asıl sahibidir.
Atiyi (geleceği) aydınlatan, insanlık âlemine yol gösteren kültür ve medeniyetin son eseri:, Atatürk ilkeleri, Türk İnkılâbı ve her türlü emperyalizme karşı tam bağımsız, hür, hâkim ve hükümran temeller üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti olarak şekillenir.
Türk Milletinin özgün milli kültürü, gelenekleri, bilgi, birikim ve töreleri, Cumhuriyet (şûra) adalet ve fazilet (demokrasi) temeli üzerine kurulu, ana karakter itibarıyla (lâik) en ileri, çağdaş, modern, medeni ve katılımcı; Onurlu, soylu, adil ve sorumlu bir yönetimden yanadır.
Gerçek Demokrasi: Yukarda açıklandığı biçimde ileri medeniyet, adalet ahlâkı, mutlak eşitlik, ilim-irfan ve ‘doğrusal boyutta özgür yaşam’ ile bütünleşik ve yüksek ahlâkla özdeştir. Türk kültüründe ve İslâm’ın özünde “Devlet insan için vardır.
Kanunlar Anayasa’ya, Anayasa ise asla insan’a, insan tabiatına, fıtrata paralel yaşam tarzına aykırı olamaz. Bir Türk dünya’ya bedeldir, darp-ı meselinde ifade olunduğu üzere; her insan bir devlettir. Milleti yaşat ki, devlet yaşasın ilkesi mutlaktır. Devlet, millet memurlarından müteşekkildir. Millet memurları, tüccar ve bilumum sektör sahip ve çalışanları halka amir değil; Sadece ve yalnızca Yüceler Yücesi, her şeye Egemen Yaratıcının rızasını kazanmak uğruna halka hizmetle memur kişiler olup;
Hükümetler; Millet iradesi’nin, devlet idaresinde tecelli biçimidir. Hâkimiyet, kayıtsız ve şartsız milletindir. Bütün kurum ve kuruluşları ile Devlet ve hükümetler halkın emrinde ve hizmetinde olmak ve bu hizmeti “kamu yararına” sürdürmek için vardır. Türk geleneği, İslâm felsefesi ve Evrensel hukukta, devleti şahsi çıkar, hırs ve ihtiraslarına alet edenler; En murdar, muzır ve mısmıl hayvandan da aşağılıktır. Bu nedenle, devlet/hükümet imkân ve kaynaklarını, şahsi çıkarlarına alet edenler “Devletin malı deniz; Hırsız ve yolsuzlar Domuz” atasözünün en iğrenç, murdar ve tiksindirici muhataplarıdır. Ki, bu melânetler insan selâmına lâyık değildir!
Hâkimiyet: Adalet, eşitlik, hukuk, hikmet, meşruiyet ve fazilet ile kaimdir.
Seçilmiş veya atanmış olsun, bütün millet memurlarının halka rağmen değil; Halk için, halkla birlikte, (tam bir açıklık ve şeffaflıkla) halka hizmet etmesi, devlet umuru, halkın refah, adalet, saadet, barış ve mutluluğu için çalışması şarttır.
Dolayısıyla Türk Milleti, tıpkı Tarihte olduğu gibi, bu gün de; Çalışkan, zeki, akıllı, ilkeli, onurlu, sorumlu, namuslu-dürüst, faziletli, lâik ve demokrat olmak; Aslına rücû etmek, asaleti ve geleneksel karakterine uyan bir yaşam biçimini benimseyip-öğrenip sürdürmek zorundadır!.
Ancak bu yaşam biçimi ile Türk Milleti payidar olabilir. İlim yapabilir, maziden aldığı hız, ilham ve imanla ilim-irfan, sanayi/teknoloji; Hürriyet, adalet, eşitlik ve gelecek üretebilir. Evet. Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Cumhuriyetin idarecileri böyle olmak ve daima böyle kalmak zorundadır. Biz, Türk Milleti ve Cumhuriyetin vatandaşları sıfatıyla her daim iyi olmaya; Namuslu, dürüst, demokrat, onurlu, soylu ve sorumlu kalmaya mecburuz.
Bunun yanı sıra, zamanla aramızda oluşan çürükleri ayıklamaya; Onursuz, şerefsiz, ilimsiz ve soysuz dönme ve devşirmelerce oluşturulan: Türk Kültürü, Türk Adaleti ve Türk Medeniyetine aykırı uyduruk yasa, düşman lehine ve Türk Milletinin aleyhine düzenlemeler gibi dayatma mevzuatlar ile bunları oluşturan gafil, cahil ve bedhahları da sigaya çekmeliyiz. Zaten buna mecburuz. Zira 20 Milyon 500 bin km2’lik adalet ve barış devletini hainler yıktı.
ZEBUN-KUŞ; ZALİM, KARANLIK VE KAHPE BATI
Oysa şimdilerde Türkiye; Zebun-kuş (merhametsizce, kahpece mazlumu ezen) vahşi ve vampir Avrupa karşısında, iliklerine kadar sömürülen, istismar ve suiistimal edilen, tahkir ve hakarete maruz korumasız, aciz ve zavallı hükümetleri ile malûl konum ve durumundadır.
Avrupa’nın dayattığı siyasetin kanı satvet, hayatı servettir. Zebun-kuş Avrupa yönetim unsurunun bildiği tek hak vardır, o da kuvvettir. Türk, İnsan ve Müslüman için kuvvet sadece adalet, fazileti ihya ve kötülüğü ilga (def-i hacet, pislikten, hırsız-yolsuz, yalancı, düzenbaz ve ahlâka aykırı davranışlarda bulunan necasetten kurtulmak) için kullanılır.
Lâkin ahlâken tefessüh etmiş, maddesini yalan-talan, soygun-vurgun, gasp-irtikap ve sömürü; İrin, kan, kenelik ve vampirlik yoluyla temin ve tedarik eden, tek dişi kalmış canavar, haramzade Batı zulmü karşısında 50 yıldır Türk hükümetleri aciz, zavallı ve çaresizdir..
SİYASETİ VESAYET ALTINDA BİR MİLLET
70’li yılların, adaletiyle ünlü, bu nedenle dünya çapında büyük bir hürmet, saygınlık, refah ve şöhrete ulaşan Ferruh Bozbeyli.; Hak, adalet, özgürlük ve bağımsızlık uğruna Meclis Başkanlığı tahtını terk ile Demokratik Parti Genel Başkanı sıfatıyla sine-i millete döndüğünde bir itirafta bulundu:, “Siyasette hâkim olanlar, halkın içinden değil, bir takım güç odakları ve mahfillerin içinden geliyor. Geldikleri gibi, yukarılara çıkıp, halka dayalı merdivenleri çekip alıyorlar. Yani millete, siyasetin idare mevkiine tırmanacak merdiven kalmıyor!..” demişti.
Zannımca burada bahse konu odak, grup ve mahfiller ABD (+kraliçe) ve AB oluyor.
Çünkü her seçim öncesi Amerika ve malum menfur memleketlerde icazet turlarına çıkıldığını nefretle görüyoruz. İşte şu hale nazaran, Kabrindeki bir adam daha ne yapabilir.
80 yıl geriden geliyor bu nida; Siyasetin kanı, olmazsa olmazı “ezici güç; satvet” hayatı ise servettir. Demek ezici güç ve servet Avrupalı da birleşmiş; kahpelikler ve mazlum kavimlerin (bu da genelde Müslüman, Rumeli ve Anadolu halkıdır) ezilmesi Avrupa’dan tehcir edilmesi, Balkan’da mezalimin korkunç ıstırapları yaşadığımız, unutmaya çalıştığımız acılarımız, zorla bize hatırlatıyorlar Ermeni soykırımı diyorlar, soyunuza kibrit suyumu döktük.
Bugün hala İstanbul’da Ermeni varsa sayemizdedir. Hani Justinyen onları İstanbul’a sokmamıştı. Sayemizde girdiler yurt edindiler. İş, Aş, Ev, Bark edindiler. Kilise ve Okulları, Hastahaneleri var. Şimdiki Ermenistan dâhil olmak üzere, Dünyada bu kadar mukim, oturaklı oldukları bir ikinci yer daha var mı acaba? Hali hazır ülkemizde 100 bin’e yakın Ermeni işçi ekmeğini kazanıyor, Ermenistan’da ki ailesine buradan maişet, erzak ve rızık gönderiyor.
Avrupalıyla, Batıyla, oryantalist ile mücadelenin yegâne yolunu da yazmış rahmetli, onların anladığı dil tektir o da kuvvettir diyor. Ey Kemalistler, ey Atatürkçü geçinen kardeşler “Ya Elli sene sabır edeceğiz, ya da 70 Milyon olana kadar bekleyeceğiz” diyen Gazi Mustafa Kemal’in Bursa Nutkunu yok sayarsınız? 50 yıl geçti aradan.
En büyük gardrop Atatürkçüsü, İsmet paşa siyasal vasiyeti sayılan el yazmalarını okudu,‘daha millet buna hazır değil’ diyerek 25 yıl daha konuyu bir yana itti, kapattırdı. Nerededir bu yazıtlar, bilinmez. Ama ne yazdığını üç aşağı, beş yukarı tahmin edebiliyoruz. Bu konunun önderliğini bizce CHP yapmalı ve bu manevi mirasın peşine düşmeli.
Doğru ya da eğri, zaten Cumhuriyette, meşrutiyette halkın talebiyle değil, misilleme, zorbalık ve dayatmalarla gelmemiş miydi? Meselâ Demokrasi de Yalta yadigârı değil mi? Yalta’yı çalışmış kaç Doktora tezimiz var hiç! ADD’lere harcanan zaman, emek ve parayı matematik derneklerine harcasak, fizik kulüpleri, kimya, biyoloji köy ve mahalleri kursak, bilim çocukları yetiştirsek ne olurduk, bir düşünün lütfen. Okumayan, bilime de sırtını dönmüş Türkler olduk. Başarı boyumuz kısaldı. Bu eğitim sistemi ve modeli boynumuzdaki, boyunduruğu, ayağımızdaki prangaları, kafamızdaki at siperlerini görmeye mani oluyor. Milli eğitim önüne milli yazmakla milli olmuyor. Tıpkı milli savunma gibi.
Ne zaman harbiye vekâletimizi tekrar ihdas ederiz.(Bu bağımsızlık nişanesidir)
Ne zaman Zebun-kuş Avrupalı ile anladığı dilden, kuvvet, adalet iklimi ve mukabele-i bil misil üzerinden konuşmaya başlarız; Dil uzatanların dili, el uzatanların eli tereddütsüz bir biçimde kesersek, yıllar sonra yeniden ilmek, ilmek istikbal ve istiklâlimizi dokuyabiliriz!..