Son günlerin ateşli tartışma konusu hiç şüphesiz sözde ermeni soykırımıydı. Orhan PAMUK’a verilen Nobel ile Fransız Parlamentosunun verdiği bu karar denk getirilince (!) tartışma çok daha derin boyutlara vardı. Şimdi sizinle bir ermeni dostumun yazdığı çağrı mektubunu aynısıyla paylaşıyorum. Mektup metninden sonra bir iki kelam ederiz.
Sayın Ahmet FİDAN
4 Ermeni arkadaş, geçen akşam dernekten çıkmış, Galatasaray’da nargile keyfi yapıyorduk. Laf döndü dolaştı malum konuya geldi. Baktım, herkes aynı husustan dertli: Ermeni asıllı bir Türk ve Sade bir T.C. Vatandaşı olarak Dünya’ya ses nasıl duyurulur?
Ünlü bir sanatçı, politikacı veya bir dernek başkanı değilsin ki mikrofon uzatıp röpörtaj yapsınlar. Gazeteci değilsin ki fikirlerini köşenden dünyaya duyurabilsin.
İyi de, biz bu işten sıkıldık. Bizim yerimize, bilir bilmez herkes konuşuyor.
Bir tarafta “Ermenilere soykırım yapılmıştır” diyenler; diğer yanda “soykırım yoktur” diyenler. Şimdiki moda ise “tarihçilere bırakalım” diyenler.
Soykırım yapılmıştır diyenlere bakıyorum, hepsi ya kindar Ermeni diasporası mensubu, veya bunlardan çıkarı olan siyaset erbabı.
Yoktur diyenlere bakıyorum, bu konuda derin bir bilgileri yok ama addettir diye reddediyorlar.
Tarihçiler deseniz, neyi ortaya çıkartacaklar, Allah Aşkına? Soykırımın belgesi mi olur? Eşkaza ortaya bir belge çıksa, muhakkak karşı bir de belge çıkar, tartışma sonsuza kadar sürer gider.
Gerçeği, benden ve benim gibilerden başkası bilemez. Bizler, hadiseleri birinci ağızdan dinlemiş kişileriz. Bizler Türk Ermenileri’yiz.
Türk Ermenileri’nin Harici Ermeniler’den çok ciddi bir farkı vardır. Bizler, tehcir sırasında, ya Türkiye’de kalmışların veya tehcir bitiminde Türkiye’ye geri dönmüşlerin torunlarıyızdır. Bizler tek tip hikaye dinlememişizdir.
Diaspora Ermenisi sadece ölüm hikayesi bilir. Olaylardan sonra geri dönmemiş ve komşularının mahçup yüzlerine tanık olmamıştır. Onlar, bu ölümler için bütün Türk’leri suçlarlar. Olayları sadece soykırım olarak nitelerler.
Türk Ermenisi’nde ise daha bol ve daha değişik hikayeler vardır:
Mesela, dedem, Erzincan’daki çiftliklerinden abisinin alınıp götürülüşünü ve onu kurtarmak için başçavuşa bir eşşek yükü altın fidye verdiğini anlatırdı. Ne abi dönmüş ne altınlar.
Anneannem, köydeki Ermeni delikanlıların nasıl silahlandırılıp çeteci yapıldıklarını anlatırdı. Üniformalarını yabancı lisan konuşanlar getirmiş.
Büyükbabam, Kayseri’de tüm sülalesini kurtarmak için çırpınan Osmanlı Yüzbaşı’sı Sinan’ı ağlayarak anlatırdı. Sayesinde o sülaleden kimsenin kılına zarar gelmemiş.
Bizler, katliam hikayeleri dinlediğimiz gibi, bir Ermeni arkadaşı tehcire giderken askerin önüne yatan Türk’lerin; veya, yurtlarına geri döndüklerinde onlara tekrar kucak açan Türk komşuların hikayeleri ile de büyüdük.
Onun için “bize sorulsun” diyorum. Kimse bizden daha objektif olamaz.
Bu hadisenin bir uzun anlatımı vardır bir de kısa anlatımı.
Kısası şudur: Tebaanın bir kısmı emperyalist güçlerin gazına gelip ayrılıkçılık yapmıştır. Buna kızan Osmanlı hükümeti bölgede tehcir kararı almıştır. Günün şartlarına göre tehcir (göç) zor koşullar altında gerçekleşmiştir. Sürgünler, çoluk çocuk muhtelif şekillerde kırılmış ve kıyıma uğramıştır. Bu kırılma hastalık ve açlık sebebiyledir. Kıyım ise Osmanlı askeri tarafından organize bir şekilde yapılmamıştır. Hastalık dışındaki bu ölümler, münferit olaylardır ve sürgünlerin yanlarında götürdükleri altın paraları gasp etmeyi amaçlayan bölgenin eşkiyaları tarafından yapılmıştır. Başka cephelerde de savaşmakta olan Osmanlı askerinin sürgün esnasındak cinayet olaylarını önleyecek sayıda ve güçte olup olmadığı da bir tartışma konusudur. Hal bu iken, o bölgede bu olayların cereyan ettiği esnada, ülkenin batı bölgelerinde yaşayan Ermenilerin aynı şekilde bir zulme uğramadığı göz önüne alınırsa, buna bir soykırım denemez. Pek çok başka kelime söylenebilir; soykırım hariç.
Kaldı ki, söz konusu 1.5 milyon Ermeni sayısı, ölü sayısını değil kayıp sayısını ifade eder. Biz Türk Ermenileri, iyi biliriz ki: Anadolu, bu olaylar esnasında veya sonrasında, Müslüman olmuş Ermenilerle doludur. Bu kişiler, daha sonra serbest olmasına rağmen kendi dinlerine dönmemişler ve geçmişlerini gizledikleri için kayıp hanesine yazılmışlardır.
Sözün kısası budur.
Konuşmak gerekirse biz konuşur olayların uzun hikayesini anlatırız.
Bu konuda bizlerden daha iyi tarihçi de olmaz.
Fransızlara gelince. Onlara da küflü peynir yemek düşer.
Kalın sağlıcakla
Sevan İnce
İstanbul, 6 Ekim 2006
İşte mektubu okudunuz. Ben şimdiye kadar bu kadar açık seçik net bir şekilde bu olayın anlatımına denk gelmemiştim.
Kısaca sayısal verilerle hülasa etmek gerekirse,
Gerçekte kayıp olan veya yaygın ifadeyle öldüğü söylenen toplam ermeni sayısı |
1.500.000 |
Günün zor şartlarında gerçekleşen tehcirde çoğunlu çocuk ve yaşlıdan oluşan ölümler |
300.000 |
Mal ve can güvenliği için komşularınca devşirilen müslüman olan ermeni sayısı |
700.000 |
Tehcir ile Lübnan vb. güney ülkelerinden Avrupa’ya dağılan Ermeniler ise |
500.000 |
İşte hesap ortada.
Jakop Yakup, Josepf Yusuf, İzak İshak, isimlerini alarak Müslüman olmuşlar ve/veya Türkleşmişlerdir. Tarihimizde Türk kültüründe arkadan vurma yoktur. Yaşlı kadın ve çocuklara değil zarar verme, tam tersine onları koruyucu önlemler alınmıştır.
Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılarca bir yerden başka bir yere sürülen, savaşlara itilen ve kötü muamele gören Ermeniler Türklerin Anadolu topraklarına girmelerinden sonra, Türk milletinin adaletli, hoşgörülü, birleştirici ve “yaratılanı yaratandan ötürü” kucaklayan insan sevgisi anlayışından yararlanmışlardır. Ermeniler Osmanlı Devleti’nin gayretli, çalışkan, dürüst ve başarılı her vatandaşına sağladığı fırsat ve imkânlardan, gayrimüslimler içinde en fazla yararlananlar olmuştur.
Bu özelliğimizden dolayıdır ki halihazırdaki Ermeni vatandaşlarımız ülkemizde olmaktan veya kalmaktan hoşnut olmuşlardır. İnsana ve insanlığa saygı başka milletler ne yaparsa yapsın bizim milletimizin en karakteristik özelliğidir. Bu değerleri kim ne derse desin genel anlamda hala yitirmedik. Kim ki aksini söylerse önce kendisine baksın.
Ermeniler, askerlikten kısmen de vergiden muaf tutulurken, çiftçilikte, zanaatta, ticarette ve devlet yönetiminde yükselme fırsat ve imkânını elde etmişlerdir. Devlete bağlı, milletle anlaşmış ve kaynaşmış olduklarından dolayı Ermeniler “Millet-i Sadıka” olarak kabul edilmişlerdir. Bu güven sayesinde iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir. Zimmi hukukun gereği olarak tüm gayrimüslimlere olduğu gibi Ermenilere de insanca muamele edilmiş, şefkatle davranılmıştır. Osmanlı tarihi Ermenilerden 22 bakan, 33 milletvekili, 29 paşa, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos, 11 üniversite öğretim üyesi ve 41 üst düzey yöneticisi memur kaydetmektedir.
Ne var ki, Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı dönemlerde hemen her konuda baş gösteren Avrupa Devletlerinin müdahaleleri sonucunda Türk-Ermeni ilişkileri de bozulmaya başlamıştır. Sömürgeci güçlerin özellikle din adamı kisvesinde Osmanlı Devleti’ne gönderdiği kışkırtıcıların etkinlikleriyle sosyal, kültürel, ticarî, dinî ve siyasî açılardan Türk milletinden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Doğu Anadolu’da başlatılan ve İstanbul’a kadar yaygınlık gösteren Ermeni ayaklanmalarında binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını kaybetmiştir.
Sevgili dostum Sevan’ın ağzına sağlık. Kendilerinin çok yakında bütün Türkiye’de ücretsiz olarak dağıtılacak yerli ürün kullanımı konulu kitabının da buradan haberini vermiş olayım. Biz de elimizden geldiğince kendisine destek olacağız.
ESEN KALIN…