Geçmiş zamanın izleri; çöllerin ardında, gözlerin yurdunda, vesikaların kuruluğunda ve toprağın kucağında donarak çağının derinliğine gizlenmiştir. Geçmişten günümüze döşenen iz taşları: Sanat estetiğinde, mimari güzellikte, ilim araştırmalarında ve gelişmelerinde medeniyet yürüyüşü olmuştur. Yaşlı Dünya’mız coğrafi bölgelere ve devletler otoritesine yayılarak şekil bulmuş; farklı kültürler mozaiğinde kenetlenen ve medeniyet mermeri üzerinde yaşayan topluluklarla etkileşim halinde bulunmuştur. Toplulukları ayakta tutan ve geliştiren din direkleri ve medeniyet dilekleri kat kat yığılan çağların alnına yaslanmıştır. Mimari usul, edebi üslup ve kültürel ufukla zenginleşen toplumların geçmişten günümüze taşınan sanat çağlayanı günümüze değin hayat vermektedir. Geçmiş medeniyetler ve devletler hep sağlam bir tarih bilinci, birikimi ve kültürü üzerine kurulmuştur. Geçmiş ve gelecek arasında yıkılmaz bağlar kurmak, onu anlamlı hâle getirmek için ufuklara doğru uzanacağımız referanslardan biri de tarihin aynasıdır.
Tarih aynası için yüzyıllarca şekil bulmuş, göz ve el sürülmüş, sanatın derinliği ve kültürün zenginliği bulunan medeniyetin eşiği şehirlerdir. Tarih yapan ve tarih kuran şehirlerden İstanbul gibi. Tarihin aynası olarak günümüze yansımaktadır. Farklı medeniyet mermeri ve tarih mirası üzerinde yaşayan topluluklar: Dili, dini, ırkı ayrı olarak dünya kültürler ve ülkeler mozaiğine sahiptir. Kültürel değerleri, geleneksel zenginlikleri ve mimari estetikleri ayrı olarak yaşadıkları mekânlara insanlar ruh katmaktadır. Mekânların yüzü; mekânların mimari duruşları, tarihsel mirasın günümüze bakışı, doğal güzelliklerin yansıması ile insandan bize ayna olarak aksetmektedir.
Mekânlar, insanların aynası olarak yaşam kodlarını ve zaman algısını ele veren şifredir. Zamanın ruhunda yaşadığımız şu anın toprağı. Bulutların yüzüne ve suyun sesine kimi zaman; hüznün adını, rüyaların tadını, ufukların yanını yüreğimize kazımıştık. Tarihi duruşu ve tabiat dokusunun kaynaştığı, geçmiş ve geleceğin bir arada barındığı metropol kenttir. Şehrin; zamanın ruhunda yükselen kültürünü, insanlıkla yüzleşen sanatını, çağın taşları ardından sivrilerek günümüze iz kuran tarihini, geçmişin birikiminden alarak geleceğin dileğine damga vuran talihini yakalamalıyız.
İstanbul bedeninde yaşayan bireyler olarak; İstanbul’un bilincini, İstanbul kültürünü yaşamalıyız. Tarihin zenginliğinden yükselen, sanatsal derinliği görülen ve yüzyıllar boyunca kalabalıkların yüzleştiği Dünyanın belli başlı şehirleri. Paris, Londra, Roma, Berlin, İstanbul, Bağdat, Kudüs, Şam, Pekin, Tokyo gibi şehirler. Tarihin eşiği ve medeniyetlerin beşiği olarak hala kalabalık durumdadır. Şehirler insan yaşantısını şenlendirir ve geleceğe taşır. Aynı zamanda anıtsal eserler, büyük düşünceler, insanlığa yarar katan bilimsel çalışmalar ve her türlü gelişmeler büyük şehirlerde meydana gelmiştir. İstanbul ise müstesna durumdadır. İstanbul üç büyük imparatorluğa başkentlik yapması gibi haklı vakarını taşıyor. Coğrafi konumunda dünyada iki kıta üzerinde kurulmuş tek şehirdir. Üç yanı denizle kucaklaşan, her taşın izinde ve duvarlarının sesinde faklı tarihin soluk verdiği, ekonominin bel kemiği, sanatın direği, insan mozaiklerinin buluştuğu şehir: İstanbul uzun tarihi boyunca gördüğü anıları çok, acısı kendinde saklı, eserleri tozlu arşivlerde dolu olarak özlemini kazıyarak günümüzün kapısını açmıştır. Kendisinde yaşamanın değerini bilmek, şehrin kültüründe olmak gerekir.
Tarih ve kültür mirası üzerinde yer alan İstanbul’a dokunmasını ve görmesini bilmek, onun eşyalarını veya eserlerini derinlemesine okuyabilmek, tarihin mermer döşeli, taş köseli mekânlarını araştırmak gerekir. Zamanın ruhunda şehrin mesafelerinde yürüyenler için evrensel sorumluluk yüklemektedir. Birbirleri ile kenetlenen, tarihine ve anılarına sahip çıkan, şehrin değerlerini koruyan, miraslarını gözeten toplumsal organizasyonla geçmişimizi yaşatırız, geleceğimizi okuruz…
İstanbul, Megaralı Byzas tarafından kuruluşundan beri her asrın yazar, şair, ressam, besteci, bilim adamları ve seyyahların eserlerinde tekrar ve tekrar anılan bir kenttir. Herkes onu kuşatan deniz sularının güneş batarken aldıkları renklere, ufukta çizilen kentin şahane siluetine, sabahları onu tülbentlerle sarılmış, masallardan çıkmış bir gelin gibi gösteren meşhur sislerine hayran kalıp bu şehri metheder. Ziyaret edenlerin hepsi, kentin uzun geçmişinin şahitleri olan tarihi yerlerine, müzelerine, Boğaziçi’nin eşsiz güzelliğine, Anadolu’nun egzotik koku ve tatlarını Avrupa ve tüm dünyanın güzel koku ve tatlarıyla birleştiren bu şehre âşık olur.
İstanbul tarihi seyri boyunca; kimi zaman hasarlı depremle, kimi zamanda yüksek yangınlarla yenilenip durdu. 1970’lerden sonra aldığı çılgın göçün azdırdığı çarpık şehirleşme ile plansız ve programsız şekilde genişledi. İmar adına yapılan sokak yıkımları, küçük bir kıvılcıma yenik düşün ahşap evler, ruhsuz bulvarlarla dümdüz edilen güzelim geleneksel sokaklar, betonlaşma adına talan edilen bahçeler ve korular bu muhteşem İstanbul’un pek çok değerini ve yüzyılların tarihi sinen anılarından çok şeyi silmiştir.
Kat kat yığılmış, üst üste binmiş, birbirini besleyen ve tamamlayan medeniyetlere beşiklik yapmıştır. Bu kültürler içinde en saygılı ve koruyucu olanda Osmanlı medeniyeti olmuştur. Çünkü var olanı yıkmamış, aksine ihya ederek ve geleceğe taşıyarak nesiller ötesine miras bırakmıştır. Türk- İslam dünyasının dört bir tarafında olan zengin bilgi ve kültür birikimleri İstanbul’da adeta imbikten geçirilip damıtıldıktan sonra tekrar Dünyaya yayılırdı. Bütün yeni modalar, fikir ve sanat akımları İstanbul’dan takip edilir ve dağıtılırdı. Barok’tan Ampire kadar bütün sanat üsluplarının en seçkin örnekleri İstanbul’da bulunurdu. İstanbul, Fatih Sultan Mehmet ve askerlerince alınışından buyana yaklaşık 450 yıl; ilim, sanat kültürün kaynadığı yurdu olmuştur. Avrupa’yla Asya kıtalarını birbirinden ayıran, dört faklı güzellikleri sergileyen Boğaziçi. İnci gibi sıralanan deniz esintili yalıları…
Zümrüt parlaklığında köşkleri, ihtişamlı sarayları, hiç eksik olmayan balıkları, yeşilin tonu ve mavinin kolu ile bütünleşen doğası ile tam 30 kilometrelik doğal su geçidi Boğaziçi. Osmanlı imparatorluğunun otorite merkezi Topkapı Sarayı, Bizans’ın kalbinin attığı At Meydanı, elmas güzelliği sinerek muhteşem mimaride Sultanahmet Camii, yüzyıllarca gümrük kapısı olarak ticaretin nabzı atan Eminönü, yüzyıllarca İstanbul’u kendi yüksekliğinde seyretmiş olan Galata Kulesi, Boğaziçi’nin tarih ışığı Kızkulesi, muhteşem görkeminde İstanbul’u süsleyen Süleymaniye Camii, şehre yaşam oksijeni veren Belgrad Ormanı, tüm İstanbul’a hâkim konumu ile Çamlıca Tepesi çağlar boyunca her gelenin belleğini derinden etkilemiş İstanbul.
İstanbul tarihin seyri boyunca; kimi zaman hasarlı depremle, kimi zamanda yüksek yangınlarla yenilenip durdu. 1970’lerden sonra aldığı çılgın göçün azdırdığı çarpık şehirleşme ile plansız ve programsız şekilde genişledi. İmar adına yapılan sokak yıkımları, küçük bir kıvılcıma yenik düşün ahşap evler, ruhsuz bulvarlarla dümdüz edilen güzelim geleneksel sokaklar, betonlaşma adına talan edilen bahçeler ve korular bu muhteşem İstanbul’un pek çok değerini ve yüzyılların tarihi sinen anılarından çok şeyi silmiştir. Kat kat yığılmış, üst üste binmiş, birbirini besleyen ve tamamlayan medeniyetlere beşiklik yapmıştır. Bu kültürler içinde en saygılı ve koruyucu olanda Osmanlı medeniyeti olmuştur. Çünkü var olanı yıkmamış, aksine ihya ederek ve geleceğe taşıyarak nesiller ötesine miras bırakmıştır.
Türk- İslam dünyasının dört bir tarafında olan zengin bilgi ve kültür birikimleri İstanbul’da adeta imbikten geçirilip damıtıldıktan sonra tekrar Dünyaya yayılırdı. Bütün yeni modalar, fikir ve sanat akımları İstanbul’dan takip edilir ve dağıtılırdı. Barok’tan Ampire kadar bütün sanat üsluplarının en seçkin örnekleri İstanbul’da bulunurdu. İstanbul, Fatih Sultan Mehmet ve askerlerince alınışından buyana yaklaşık 450 yıl; ilim, sanat kültürün kaynadığı yurdu olmuştur.