İstanbul baharı Nisan yağmurlarıyla, Nisan İstanbulluyu laleleriyle karşılar….
Caddeler, parklar, bahçeler, rengarenk lalezarların cümbüşüyle doludur..
Seyre dalanın yüreği coşkuyla çağlar, hayata gülümser, güne pozitif enerjiyle başlar..
Tarihe adı altın harflerle kazınmış dev uygarlığımız Osmanlı İmparatorluğunun bir dönemine adını vermiş ‘Lale’, bir zamanların adından en çok bahsettiren çiçeğimizdi ..
Bir devri kapatan bu lale tutkumuz yeniden depreşti….
İstanbul Belediyesi bulup çıkardı tarihin ta derinliklerine gömülen tutku çiçeğimizi..
Çıkardı çıkarmasına da gel gör ki daha biz sevemeden boyunlarını büküp soluyorlar….
Belli ki küstürmüşüz.
İstanbul’a has bu nadide çiçeğimize Avrupa, Hollanda sahip çıkmış.. Yaban ellere sığınmış, zor şartlara alışmak zorunda kalmışlar bir kere..
Bizde 3-5 gün ancak yaşarken, oralarda aylarca gülümsüyor sevenlerine laleler….
Boynu bükük ‘Bizim lalenin’ hazin bir yaşam öyküsü vardır aslında.
Anadolu’da vatan bulmuş lale; Selçuklu Türklerini, akabinde Osmanlılar ’ı mesut etti asırlarca. 16.yy’la kadar Avrupa lale nedir bilmezdi.
1718-1730 Osmanlı Devleti’nde gerilemenin yaşandığı dönemken, Lale’lerin ise şiirlere konu olan en şaşalı dönemi oldu ve döneme adını verdi.
Belki de laleler Osmanlı İmparatorluğu’na yeterince uğurlu gelmemişti kim bilir!
İlk matbaayı açarak Rönesans’a yönelmesine rağmen, Osmanlı’nın büyülü laleleri koskoca bir imparatorluğun hazin çöküşüne tanıklık etti ve böylece bir dönem sona erdi.
Biz elimizde olan güzelliğin sarhoşluğunu yaşarken, Hollanda büyükelçisinin ülkemizi ziyaretinde, ona ilham kaynağı oluverdi lalemiz…
Lalenin onunla başlayan Avrupa serüveni, Avrupa’nın bir çok kentinde; Viyana, Roma, Amsterdam gibi kültür kentlerinde soluk buldu ve lale çiçeği zamanla tüm dünyaya yayıldı.
Şimdi aynı laleler 1 Nisan-15 Mayıs tarihleri arasında Hollanda’nın sihirli kenti Amsterdam bahçelerini süslüyor.
Tabii onların lalelerinin bizimkileri arasında bir çok fark var…
Biz yeniden ekmeye başladık.. Bizim laleleri huzur bulamadılar ektiğimiz yerlerde, hemencik soluveriyorlar. Her ne kadar küstürmüşte olsak, İstanbul’a alıştırmak içinde büyük çaba sarfettiğimiz muhakkak…
Onların laleleri bir buçuk ay gülümsüyor lalezarlarda! Lale yetiştirici özel ekipleri, donanımları ve en önemlisi de lale uzmanlarını yetiştirmişler, dolayısıyla da onlar bu işin artık sektörünü bile oluşturmuşlar..
Hatta o kadar sevmişler ki Hollanda’nın çayırlarını, kendilerine ana vatan yapmışlar, Hollanda denildi mi, laleler gelir olmuş akıllara. Akın akın turist misafir ağırlar hale gelmişler tabi buda milyonlarca turizm geliri demektir….
Ne kadar acı değil mi, bizim lalemiz yaban ellerinde hayat bulup coşmasına inat bizim İstanbul caddelerinde tutundurarak yaşatmaya çalışmamız..
İstanbul 2010 Avrupa Kültür başkenti konumunda ve sembol arayışı sonucunda bize küsmüş lalelere kucak açıyoruz yeniden.
Olsun, zararın neresinden dönersen karmış ya, biz geçmişin bir değerine daha sahip çıktık..
Bir de, sık sık şu soruyla karşılaşıyoruz hep;
İstanbul Belediyesi neden yol kavşaklarında, cadde refüjlerde telef ediyoruz bu canım çiçekleri?
Bu kadar pahalı ve çabuk ölen bir çiçeğe büyük yatırımlar yapılması ne derece doğru?
Bu soruların muhatabı ben değilim ama, bir vatandaş olarak bildiğim bir şey var ki, İstanbullunun bu lalelere ihtiyacı vardı… Hem de ne ihtiyaç..
Neden mi?
Sabahın mahmurluğuyla otobüsümüzün camından dışarı bakarken ilk onlar gülümsüyor bize Güneş doğmadan, günün yoğun iştemposuna başlamadan önce….
Trafiğin stresinden bir tek onlara bakarak içimiz ferahlıyor, bu duyguların bedeli para ile ölçülebilir mi ?..
Tabiî ki isteriz bahçelerde yetiştirilip pazarlansın ülke ekonomisine kazandırılsın.. Buda olur inşallah ama çalışarak, kızarak, küçümseyerek, dışlayarak değil.
Nitekim,
Lalelerimiz İstanbul’da tutunamıyor belki ama artık Konya’da üretiliyor hem de tonlarca. Şimdi İstanbul’dan sonra Bursa’nın da sokak, cadde ve parklarında lale devri başladı…
Eleştirelim tabiî ki de, sadece cadde sokaklardaki solan laleleri görenler, halbuki başka neleri göremediklerini ve kaçırdıklarının farkında bile değiller..
Lalelere sadece, Taksim’de dolaşırken, Levent’ten Fulya’dan geçerken, Beşiktaş Barbaros bulvarında yürürken, Bakırköy sahil yolunda simit yerken rastlamıyorsunuz..
Gitsinler park ve bahçelere baksınlar, görecekler ki çocukların, insanların lale çiçekleri arsında nasıl koşuşturuyorlar, sevgililer peş peşe nasıl resimler çektiriyorlar…
Mesela, kendinize bir saatlik bir mola tanıyın, gidin Emirgan Koruluğuna, köşklerin etrafında, ağaçların altında beyazı, moru, kırmızısı, sarısıyla öbek öbek sıralanmış ve rengarenk binbir çeşit laleler sizleri nasıl selamlayacak,
İçiniz nasıl kabaracak,
Gözleriniz nasıl kopup gidecek yüreğinizin taa derinliklerinden..
Baharı onlarla karşılıyoruz, gözlerimiz onlarla bayram ediyor, her ne kadar lale devri çocukları değilsekte..
Rahmetli Barış Manço’muzun dediği gibi:
Akşam olup gün batınca
Dağlara hüzün çökünce
Lale sümbül boynun eğip
Kurt kuzuya kem bakınca,
………………………
Ve bence de;
Cadde parklar boşalıp,
İstanbul uykuya dalınca,
Bir tek Onlar Allaha zikre dalar
Gece günahından sabahlayınca
(http://www.mehmetballi.com/siirlerim.html)
Lale artık evine döndü, İstanbul Estetiğine ve Asaletine yeniden kavuştu..
Teşekkürler tüm bu güzelliği yaşatan İstanbul Belediyesine, teşekkürler güzeli görüp büyülenenlere..
Mehmet BALLI Araştırmacı Yazar
Üstadım, özellikle bazı şeylerin gönülden tebessümün parayla maddeyle ölçülemiyeceği teşhisi ile, “gece günahından sabahlayınca” yorumunuz harikulade güzele diğer tespitlerinizin güzelliği yanında.
Söz ve göz le nazar eder derviş.
Maya eder derviş. Maye: sermaye, ana sermaye , ana konu. bie şeyin özü demektir maya.İnsan elde edeceksek, daha olgun olanlar vasıtası ile ham olanları mayalamak gerekiyor der erenler.
Yüzünüzün hep gülmesi niyazı ile,
kaleminize sağlık.
Bir ilahide şöyle bir giriş vardı mehmet kardeşim. seher vakti bülbüller nede güzel öterler açınca tüm çiçekler birlikte zikrederler…evet kuşlar çiçekler vede bütün laleler tek ALLAH CC zikrederler..