İsraf; “gereksiz yere para, zaman, emek harcamak savurganlık, tutumsuzluk…” demektir. Tanımda da görüldüğü gibi israfın birçok boyutu vardır. Fakat niteliği ve boyutu her ne olursa olsun, israfın hepsi dinimizce yasaklanmıştır. İslam inancı, israfı yasakla- dığı gibi, cimriliği de hoş görmemiştir. Zira İslam demek, ölçülü yaşamak ve ‘orta yol’ demektir.
Bilinçsiz tüketim ve israf alışkanlığı, sınırlı kaynaklarımızın elimizden çıkmasına yol açarak, geleceğe dönük endişelerimizi artırmaktadır. Dünyadaki ve ülkemizdeki ekonomik krizlerin nedenleri araştırıldığında, meselenin kökeninde hep israfın yattığı görülmektedir.
Günümüzde Türkiye’de ve dünyada korkunç bir tüketim çılgınlığı yaşanmaktadır. Bu vahim durum, küresel ekonomik krizlere kapı aralamaktadır. Bu konuda da her şeyi devletten beklemek kolaycı bir yaklaşımdır. Herkes evindeki israfı önlerse ekonomik krizler de yaşanmaz. Çocuklarımıza, eşimize ve ulaşabildiğimiz herkese tasarruf yapmasını öğütlemeliyiz. Hiçbir kaynağın sınırsız olmadığını, hazıra dağların bile dayanmadığını bilmeliyiz. Doğalgazdan, soframızın baş tacı olan ekmeğe kadar bütün kaynaklar sınırlıdır. Aslında kaynaklar kıt, ihtiyaçlar alabildiğine sınırsızdır. Tüketirken bunu dikkate almak ve ona göre hareket etmek zorundayız. Aksi takdirde karanlık günlerle karşılaşmak muhtemeldir.
Yüce Allah, dünyaya gelen her canlının rızkını verir. Fakat kişi veya genel anlamda canlı, rızkını çalışarak aramalıdır. Aşağı yatarak nimet beklemek, gelmeyince de isyan etmek küstahlıktır. Önce hareket, sonra bereket!… Hareket olmayan yerde bereket olmaz. Allah’a nihayetsiz şükürler olsun ki bizlere cennet gibi bir ülkede yaşama bahtiyarlığını vermiş. Ülkemiz yer altı ve yerüstü kaynakları bakımından dünyanın gözbebeğidir. Fakat buna rağmen yine de geçim sıkıntısı çekiyoruz. Bunun asıl sebebi her türlü israftır.
İnsanlar, uzun yıllar boyunca elde ettiği nimetleri, savurganlıkları yüzünden bir çırpıda kaybedebilirler. Zira israf, bereketin zayi olmasına sebep olur. Bazı evlere birkaç maaş girmesine rağmen, o evlerde hâlâ geçim darlığı yaşanmasını, israfın getirdiği bereketsizliğe bağlamak gerekir. Çünkü israf, eldeki nimetlerin uçup gitmesine neden olur.
İnsanların temel ihtiyaçları bellidir. Bunlar yeme, içme, barınma, sağlık, eğitim olarak sıralanabilir. Aslında esas olan bu zorunlu ihtiyaçları gidermektir. Fakat günümüzde insanlar durup dururken kendileri ne yeni ihtiyaç kapıları açmaktadır. Evlerimizin içi eşyadan geçilmiyor. Tıka basa eşya doldurmuşuz malikânelerimizi. Elektronik aletler hayatımızı çepeçevre kuşatmış. Bir elimiz yağda, öbürü balda. Yine de içimizdeki madde açlığını gideremiyoruz. Aldıkça yeni ihtiyaçlar beliriyor. Buna bir “dur” demenin zamanı gelmedi mi?
Merhamet iklimiyle bütün zamanı ve mekânı kuşatan dinimiz İslamiyet, her hususta ölçülü olmayı emretmiştir. Hiçbir şeyde aşırılığa kaçmamak lâzımdır. Her şeyin en güzeli orta olanıdır. Yüce dinimiz, saçıp savurmayı şiddetle yasaklamıştır. Öte yandan bugünkü kapitalist sistemde çok büyük bir tüketim çılgınlığı yaşanmaktadır. Bir şey alınırken ihtiyaç olup olmadığına bakılmamaktadır. Televiz- yonlardaki reklâm furyası bu çılgınlığı körüklemekte- dir. Birilerinin cebi para dolarken, ülkemizin kaynakları ne yazık ki boş yere tüketilmektedir.
Kapitalist sistem, kaynakları çarçur ediyor. Daha çok kazanmayı esas alan bu sistemde insan ihtiyaçları sınırsız kabul ediliyor ve içimizdeki madde açlığı daha da körükleniyor. Batı iktisat sistemi, hayatı felç etti. Maddî yanımızı doyurdukça manevi tarafımızın açlığı daha da belirginleşiyor. Fakat o tarafı doyurmaya yönelik hiçbir girişimde bulunulmuyor. Manevî açlık, huzursuzluklarımızın asıl kaynağıdır. Fakat sistemin soyluları bunu görmezden geliyor.
Yüce Allah lüks ve israfı yasaklamıştır. “Külli müsrifin haram(Her israf haramdır)” hadisi, bu gerçeği vecizce dile getiriyor. Her ne alanda olursa olsun, inancımızda ölçüsüzlük kerih addedilmiştir. En güzel yol ‘orta yol’ kabul edilmiştir. Peygamber Efendimiz: “Cömertliğin afeti israftır” buyuruyor. Demek ki israfa varan cömertlik de ölçüsüzlük olarak görülüyor. Verirken de ihtiyaçlı olanlara vermeliyiz. Bunda da ölçüyü tutturmak şarttır.
Lüks ve israf aynı zamanda ahlâkî bozulmalara da zemin hazırlar. Bir tarafta savurganlık içerisinde yaşayanlar, öbür yanda çöplerden rızkını arayanlar… Böyle bir cemiyette toplumsal barıştan söz edilebilir mi? Zenginle fakir dostça, kardeşçe yaşayabilir mi? Hırsızlık ve kapkaç önlenebilir mi? Bunlara müspet cevap vermek zordur. Öyleyle zengin fakirin elinden tutsun; böylelikle fakirler de zenginlere sevgi ve muhabbet duyacaktır.
Birileri israf batağında yüzerken, birileri de açlığa mahkûm yaşamaktadır. Ruhun afeti olan bencillik, insanların paylaşma duygularını tüketmiştir. Dinimizde zekât ve sadaka müessesesi hakkıyla işleseydi kimse aç ve bîilaç kalmazdı. Çünkü zengin- ler mallarının kırkta birini muhtaçlara dağıtacakla- rından dolayı fakirler mağdur olmazdı. Garibanlar, zenginlere saygı ve minnet duyarlardı. Hiç kimse çöplerden ekmek aramak durumunda kalmazdı.
İsrafın haram olduğu konusunda kimsenin tereddüdü yoktur. Fakat nereden sonrası israf, bunun sınırları koyulmuş mudur? Bu hususlarda eksik ve yanlış bilgilerimiz vardır. Aslında ihtiyaçtan ötesi israftır. Zorunlu ihtiyaçlar da bellidir. Bir insanın asgari düzeyde yaşaması için gerekli olanları sağlaması gereklidir. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde: “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz” buyuruyor. Fakat bu rahmanî sesi duymamak için kulaklarımızı tıkıyoruz. Yine o mübarek zat, bir başka sözünde şöyle buyuruyor: “Kim savurganlık yaparsa, Allah onu yoksul bırakır.” Geçim sıkıntısı çekenlerin mevcut durumlarına bu pencereden bakmaları sağlıklı bir yol olur kanaatindeyim. Suçu başka yerlerde aramak zaman kaybından başka bir şey değildir. Gelin düzeltmeye kendimizden başlayalım. Başımızı kuma gömerek, mevcut gerçekleri yok farz ederek sağlıklı yol alamayız.
Günümüzde en çok israf edilen nimetlerin başında, şüphe yok ki, ekmek gelmektedir. Şehirlerde yaşayanlar, doğal olarak ekmeklerini fırınlardan temin etmektedirler. Oysa köylerde herkesin sobası veya tandırı vardır. Her zaman çarşıya gitme imkânı olmadığı için ekmeklerini kendileri üretirler. Bu yüzden, şehirliler ekmek yapmanın zorluklarını bilmezler.
Şehirlerde yaşayanlar, fırına gitmeye üşendikleri için, gereğinden fazla ekmek alıyorlar. Bu ekmekler bir iki günde bayatladığı için çocuklarca yenmiyor. Mecburen anne babalar tüketiyor. Onlar da yemeyince bayat ekmekler doğru çöpe gidiyor. Bunun yanında lokantalarda, yatılı okullarda, otellerde artan ekmekler çöpü boyluyor. Resmi kurumların yemekhanelerinde artan ekmeklerin kaderi de bunlardan farklı değil. Fırınlarda satılamayan ekmekler de ertesi gün atılmaktadır. Bunları bir araya getirince her gün milyonlarca somun ekmek zayi oluyor. Bu savurganlığımız yüzünden buğday ithal etmek durumunda kalıyoruz.
İsraf, hesapsızlığın sonucudur. Ekmek israfı da bunun kötü neticesidir. Bu basit bir hesapla önlenebilir. Herkesin veya her kurumun tüketeceği ekmek miktarı bellidir. Bu ölçüyü tespit ettikten sonra, o miktarda ekmek alırsak mesele kendiliğin- den çözülmüş olur. Fakat her işte olduğu gibi, ekmek konusunda da aç gözlülüğümüz, israfın asıl nedeni olmaktadır.
Öte yandan, ülkemizde her gün binlerce ton ekmek ve gıda maddesi çöpe atılmaktadır. Özellikle yurtlarda, kışlalarda, otellerde ve lokantalarda bu duruma şahit oluyoruz. Durum böyle olunca, zaman- la elimizdeki nimetleri de kaybediyoruz. Zaten değe- rini bilmediklerimiz, kaybolmaya mahkûmdur. Pey- gamberimiz bu konularda, bizi şöyle uyarmaktadır:
“Beş şey gelmeden evvel beş şeyin kıymetini bil: Ölüm gelmeden evvel hayatın, hastalık gelmeden evvel sağlığın, meşguliyet gelip çatmazdan evvel boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce ise zenginliğin kadrini, kıymetini iyi bil.”
İstanbul, ekmek israfında başı çekmektedir. Türkiye Fırıncılar Federasyonu’nun İstanbul için verdiği rakamlara göre, bir günde üretilen yaklaşık 15 milyon ekmeğin yaklaşık yüzde 25’i israf ediliyor. Bu da 3 milyon 750 bin ekmek demek. Aynı kaynakta, tüm ülkedeki ekmek israfının ise, 15 milyon adet olduğu belirtiliyor. Bu ne korkunç bir rakamdır! Bir de bunun dünya boyutunu dikkate alırsak, ne denli israfla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkar. Bu ekmekler ihtiyaç sahiplerine ulaştırılsa memleketi- mizde ve dünyada aç insan kalmazdı.
Öncelikle yapmamız gereken şey, ihtiyacımız kadar ekmek almaktır. Şayet yine de ekmek artıp bayatlıyorsa bunları farklı şekillerde değerlendirebiliriz. Ekmek kavurması, papara, ekmekli omlet, ekmek helvası yapmak şu anda aklıma ilk gelenler… Gelin bu israfı hep birlikte önleyelim. Bu nimetlerin sahibi olan Allah, bizlere bunların hesabını soracaktır. Allah’a hesap verebilmek için öncelikle kendimizi hesaba çekelim ve sofralarımızın baş tacı olan ekmeğe hak ettiği değeri verelim ve israf edilmesine göz yummayalım.
İsraf deyince aklımıza ille de maddî varlıklar gelmemelidir. Zaman ve emek savurganlığı, en az bunlar kadar önemlidir. Zaman en kıymetli hazine- mizdir. Geçen zamanı geri getirmek hiç mümkün değildir. Günümüzü, olur olmaz işler peşinde geçirmemeliyiz. Zaman tasarrufu para tasarrufundan önemlidir. Neticede para da, zaman varsa kazanılır.
Bugün hizmet üretecek yaştaki yüz binlerce insanımız, sigara dumanlarıyla kaplı sağlıksız kahve köşelerinde zaman öldürmektedirler. Hiçbir şey üretmeyen bu insanlar topluma katkıda bulunma- maktadır. Bu, hazır emeğin israf edilmesi değil de nedir?
Enerji çağımızın gücüdür. Son yıllarda ülkemiz enerji darboğazıyla karşı karşıyadır. Elektrik enerjisi- ni şuursuzca ve yerli yersiz kullanıyoruz. Resmi dairelerde, gerekmediği hâlde gündüzleri bile elektrik lambaları yakılmaktadır. Hatta bazı kendini bilmezler fütursuzca, kaloriferlere rağmen, elektrikli ısıtıcılar kullanarak devleti zarara uğratmaktadır. Bugüne kadar, “Devletin malı deniz, yemeyen keriz” zihniyetindeki insanlardan çok çektik.
Unutulmamalıdır ki bu devir hesap kitap devridir. Türkiye’de sadece 2008 yılında 1 dolarlık Gayrisafi Yurtiçi Hasıla elde edebilmek için brüt 0.75 kilovat/saat elektrik harcandı. OECD ülkelerinde ise bu rakam 0.4 kilovat saat… Ayrıca Türkiye’de tüketilen enerjinin yüzde 75’i ithal ediliyor. Türkiye’de ortalama bir alışveriş merkezinin tasarruf etmemek nedeniyle ödediği ortalama fazla enerji faturası yüzde 30’u buluyor. Enerji yönetimi sektörünün yeni başladığı Türkiye’de sektörlere göre enerji harcamasında yüzde 5 ila yüzde 30 arasında bir verimlilik sağlanması durumunda yıllık 7.5 milyar dolar tasarruf sağlanacağı öngörülüyor.
İsraf ettiğimiz sınırlı kaynaklarımızdan biri de sudur. Su deyip geçmeyin; su, sudan bir mesele değildir. İçme, kullanma ve tarım için hizmetimize sunulan suyun dengesiz ve israf edilerek kullanıl- ması, şu an bile tehlikeli çanlarının çalmasına neden olmaktadır. Yarınlarımızın su gibi berrak olması için suyumuzu idareli kullanmak, su israfının önüne geçmek durumundayız. Zira su, hayattır. Sağlık ve afiyet içinde yaşayabilmemiz için mutlaka suya ihtiyacımız vardır. Susuzluk çekmeyen suyun kıyme- tini hakkıyla bilemez.
İsraf yapılan alanlardan biri de sağlıktır. ‘Sağlıkta da nasıl israf olur?’ demeyin. Her yıl milyonlarca doz ilacı çöpe attığınızı unutmayın. Oysa bu ilaçların birçoğunu dış ülkelere döviz vererek satın alıyoruz. Biz, sanıldığı kadar zengin bir ülke değiliz. Onun için bu gibi kaynaklarımızı kullanırken bu gerçeği göz önünde bulundurmamız gerekir.
Sağlık konusuna değinmişken vücudumuzu sigara ve alkol gibi zararlı maddelerle tehlikeye sokmanın da bir çeşit sıhhat israfı olduğunu belirtmemiz gerekir. Bizi sağlıklı olarak yaratan Allah’ın, bize emanet ettiği sağlığımızı bu gibi zararlı maddelerle tehlikeye düşürmek de sağlık israfı sayılabilir. Sözün bu noktasında Cihan Padişahı Kanunî Sultan Süleyman’ın “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” beytini hatırlatmamız gerekir. Kulluğumuzu layıkıyla yerine getirebilmemiz için sağlığımızı korumak dinî bir sorumluluktur. “Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayınız” ilahî buyruğu, bunu ifade etmektedir. “Vücut benimdir” deyip de onu tehlikeye atma hakkınız yoktur.
Kur’anî bir hayat tarzı yaşayanlar israf yoluna asla gitmezler. “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz” ilâhî buyruğu, nasıl hareket etmemiz gerektiğini göstermektedir. Yüce Allah, İsra Suresi’nde: “Gerçek- ten saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.” buyurarak, müsrif insanların dikkatini çekerek, onları uyarmaktadır.
Bu ülke Allah’ın biz müminlere bir lütfudur. Bu nimete şükretmek, kulluğun gereğidir. Ülkemizdeki tabiî zenginliklere rağmen, yoksulluk içinde kıvranmamızın nedeni israf ekonomisidir. İsrafa dayanan bir ekonomi, enflasyon canavarına mah- kûmdur. Enflasyon dedikleri, israfın doğurduğu bir musibettir. Peygamberimizin dediği gibi: “İktisatlı olmak, geçimin yarısıdır. İktisada riayet eden fakr u zarurete düşmez.” Bereketli günler dileğiyle!…