Bilinmezlik çekicidir, bilinen sıradanlaşır; bilinmeyene tutunmak ise cehaletin göstergesidir, zan ve tahmine dayanan bilgiler avuntudur, ‘’(İnsanların) çoğunluğu zandan başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiçbir şeyi sağlayamaz.’’[1] Zan ve tahminle hareket eden insanların belirgin özellikleri, davulun sesine çabuk kanmalarıdır; özellikle dejenere olan, kişilik sorunu yaşayan topluluklarda yetişen bireylerde, zan ve tahminin dozajı daha yüksektir, o nedenle yabancı hayranlığı üst düzeyde iken, yakın çevreye ilgisi azalır. Çünkü zihninde oluşturduğu bir hayal vardır ve o hayal sahtedir; bizler şunu kesin olarak biliyoruz ki, hakikat ve gerçeklik olduğun yerdedir, yakın çevrede ve bu küçüldükte senin bizzat yüreğindedir. Yakın çevre ile uzak çevre, senin sadece kendini keşfetmen için birer araç olabilir, amaç değil. Kendine olan saygın arttığı derecede, ötekiyle olan ilişkin o derece anlam kazanır.
Müslümanlar için Hz.Muhammed’in ruhu da, davranışları da mükemmel olup, ötesine ulaşmak mümkün değildir; nitekim her Müslüman, her inanan Muhammed’in nurundan nasiplendiği kadardır, onun sadece birer parçası olabilir, tümüne vakıf olmak mümkün değildir. Zira Allah kendi nurundan o’nun ruhunu yaratmıştır ve böylece o’nun ruhundan tüm İnsan-ı Kamil ricallerin ruhları var edilmiştir. Hz.Muhammed’in yaşamında yakın çevre ve akraba vurgusu büyüktür, ortaya çıktığı zaman, akrabası kendi öz çocukları olan bu şahsiyeti tanıma şerefine kavuşamadılar. Çünkü büyük insanları uzak çevre değil, yakın çevre yıkabilir; basitlik yıkıcıdır, kendisinde bir şey olmayanlar olanı yıkmaya teşebbüs ederler, zira topluma kazandıracak hiçbir şeyleri yoktur, var olabilmelerinin tek yolu da budur. Bütün bilgelerin, filozofların, peygamber ve evliyanın serüveni bu acı çelişkiyle yoğruldu; ve özellikle Kuran-ı Kerim’e baktığımızda tek bir Mekkeli veya Medineliden söz edilmez. Hepsine dair işaretler bulunmasına rağmen, bir tek Köle Zeyd’in ismi açıkça anılır. Bunun nedeni şudur, Hz.Muhammed’in hadislerinde insanların isimleri bulunmasına rağmen, Allah’ın kitabında dikkate alınmamışlardır; zira Allah’ın kimseye ihtiyacı yoktur, Peygamberine bile. Orada yaşayan insanların ise Hz.Muhammed’e oldukça ihtiyacı büyüktü. Günah batağına saplanmış, birbirlerine düşman olarak yaşayan Arabistan halklarının bu kutlu mesaja sarılmaları gerekiyordu. Hz.Muhammed’in anne ile babası yaşamıyordu, kardeşleri yoktu, bunun hikmeti elbette azgınların Hz.Muhammed’in birinci derece yakınlarını kullanarak vahyin önüne geçmelerine engel olmak, böylece o’na daha işin başında veya sonunda iken duygusal baskı yapabilecek anne ile baba veya kardeşlerinin olmaması manidar değil mi? Hz.Muhammed’in gençliğinde amcaları gereken mesafeyi oluşturmuştu, Ebu Talip bile kendi kızıyla evlenme talebini geri çevirmiş, Hz.Muhammed’in tutunduğu tek dal belkide Hz.Hatice idi. Böylelikle Hz.Muhammed’in tek bir dostu, duygusal bağı kalmamış, o bizzat Allah’ın yakın dostuydu, bunun üzerine şöyle dedi; “Şu yeryüzünde birini dost edinseydim, kuşkusuz Ebubekir’i dost edinirdim. Lakin (kendisini kastederek) arkadaşınız Allah’ın dostudur.”[2]
O’na ilkin yürekten inanan Hz. Ali çocuktu, çocuklar saflığı temsil ederler; çocuklar hiçbir zaman kin gütmezler, gerçekleri olduğu gibi kabul ederler. Ve bu yürekli İslam Şövalyesi, ölene kadar Hz.Muhammed’in öğretisine sadık kaldı, o’na hiçbir kuşku bulaştırmadı. Hz. Hatice’nin hikayesi, İslam’ın temelidir; bu yüce ruhlu kadın, ticaretin tüm sırlarını çözmüş, önceki evliliklerinde erkeklerin gerçek yüzünü görmüştür. O nedenle bir karar aldı, bu kararı vefatına kadar sürdürdü, eşini terk etmedi. Bir nev’i eğer bugün İslam varsa, bunun belkide en büyük sebebi, Hz.Muhammed’i tüm yüreğiyle onaylayan, sahip çıkan Hz.Hatice’nin bereketidir. Hira Mağarasında bir anda tüm görkemiyle Cebrail açığa çıkınca, Hz.Muhammed korku, dehşet ve kaygılar içerisinde neye uğradığını şaşkınlıkla izledi, koşarak soluğu eşinin yanında aldı. Eşi o’nu suçlamadı, alaya almadı, anlamaya çalıştı ve dönemin bilgini Vara Bin Nevfel’in yanına götürdü. Mekkeli aristokların ileride alaya alacakları bu şahsiyet, kendi içerisinde keşfettiği hakikatleri toparlarken, Hz. Hatice’nin desteği yadırganamaz. ‘’Jin hene, jinik hene’’ (Kadın vardır, bir de kadıncık.) İşte Hz.Hatice’nin övgüsü; ‘’Elbette unutmam o’nu ey Ayşe. Çünkü herkesin bana karşı geldiği günde o benim yanımda oldu. Herkesin beni reddettiği devrede o beni tasdik etti. Herkesin bana ‘Vazgeç, başarılı olamazsın’ dediği günlerde o bana ‘Devam et, başaracaksın’ dedi. Malıyla da canıyla da yanımda oldu, destek verdi. Bunun için onu unutamam.’’ İslam’ın gerçeği Hz. Hatice’dir. Ve bu işin başlagıcı da o’na dayanır. İlk basamak oradan başlar çünkü.
Müslümanlar bu gerçeği hiçbir zaman tam hakkıyla dile getiremediler, mutlaka bir parazit bulabilirsiniz Hz.Hatice’nin hikayesi anlatılırken. Çünkü Hz.Hatice kadındır ve bir kadının bu derece büyük görülmesi, toplumsal düzenin yararına olmayacaktı.
Saygılar, sevgiler
M.Salih Özalp
Web: www.metyus.co
Link: www.yaparportal.com
Dipnotlar
[1] Yusuf Suresi, 36
[2] Müslim, Sahabenin Faziletleri, 7