İslam; insanları cehenneme götüren cehaletten kurtarmak ve cehennemden korumak için gelmiş ama günümüz Müslümanları orijinal İslam’dan uzaklaşarak coğrafyalarını cehenneme çevirmiştir. Bununla beraber demokrasi havariliğine soyunan batı da çıkar ve ihtirası için çifte standardı kendi lehine mubah görmekte ve akan kanın hesabını değil nerde aktığının hesabını yapmaktadır.
Tarih, Doğu ve Batı ayırımı yaparak Doğu ile Batıyı çıkar ve ihtirasları için birbirine kırdıranları affetmeyecektir. Ne Doğu Batı olabilir ne de Batı Doğu olabilir. Bunları benzeştirmeye çabalayanlar veya öyle gözükenler bu savaşımda yenilen taraf olacaktır. Zira onları yaratan ve tek tipçiliği değil de çok renkliliği kudretinin delillerinden sayan Allah, onları böyle yaratmıştır.Batı da Allah’ın Doğu da! “(O) iki doğunun ve iki batının Rabbidir. 55/17”Doğunun plajlarında güneşlenmek için doğuyu kan gölüne çevirenler, çocuklarına kanlı ve dolayısıyla utanılacak bir tarih/geçmiş bırakacaklarını da hesaba katmalılar.
Artık insan birine dostum demeden önce: Dost zannettiklerim veya dosta benzettiklerim söylemini denemeli! Dikkat ediniz. Amelleriniz nefsin kumpasında riya suikastına kurban gitmesin! Akan kanın durması için çare olan ittihadı İslam’ı başarabilecekleri halde, bunu şahsi çıkarlarına kurban edenleri tarih affetmeyecek.
Satılık olmak satılmış olmaktan daha iyi değildir! Meleklerin dahi secde ettiği Âdemoğlunun, değersiz şeylere secde etmesi zulümdür! Bu değersiz şeylere ulaşmak adına secdeyi vesile/aracı kılmak ise zulümlerin en büyüğüdür. Evet, insan değersiz şeylere “Tapınarak- Değer vererek” kendini Allah katında değersizleştirmektedir yoksa insan Allah katında en değerli varlık ve yaratıktır. Bazen beynen kusmanız lazım yoksa beyin zehirlemesi geçirebilirsiniz! Ne oldu! Hani ümmetti önceliğiniz, yoksa gözyaşlarınız mı kurudu? Hüsn-ü zan hüsn-ü zamanla da alakalıdır! Kötü zamanda Hüsn-ü zanda bulunmak…
Darbe kültürü islam coğrafyasında çok eskilere dayanır.
Cevzi dedi ki, Suli’nin anlattığına göre; İnsanlar şöyle diyorlar: “İnsanların idareciliği için seçilen her altıncı kişiye darbe yapılıyor. Cevzi, iyice araştırdığımda bu konunun doğruluğunu fark ettim. Şöyle ki; İlkin bu seçilme peygamberimize verildi. Ondan sonra Hz. Ebu Bekir, ondan sonra Hz. Ömer, ondan sonra Hz. Osman ondan sonra Hz. Ali ve ondan sonra da Hz Hasan’a verildi. Hz. Hasan 6. ayında darbeye uğradı. Sonra Muaviye, ondan sonra Yezid’e, ondan sonra Muaviye’ye, ondan sonra mervan’a, ondan sonra Abdulmelik’e, ondan sonra İbn Zubeyr’e geçti ve o da darbeye uğradı. Ondan sonra Velid, ondan sonra Süleyman, ondan sonra Ömer b. Abdulaziz, ondan sonra Yezid, Hişam, ondan sonra da Velid darbe oldu.
Bundan sonra beni Umeyelilere (emevilere) imamet nasip olmadı.
Abbasilere geçen hilafet ve idarecilik Saffah ile başladı. Emevilerin ilk halifesi olan Saffah ile başlayan Abbasi devletinde ikinci halife Mensur, ondan sonra Mehdi, ondan sonra Hadi, ondan sonra Harun Reşid ve ondan sonra da Siti Zübeyde’den doğma oğlu Emin tahttan indirildi. Harun Reşidin cariyesinden doğma oğlu Memur, kardeşi olan Emin’e yaptığı darbe ile halife oldu.
Ondan sonra Mutesim, ondan sonra Vasik, ondan sonra Mutevekil, ondan sonra Muntesir, ondan sonra da Mustein ondan sonra darbe oldu. Mutiz, ondan sonra Muhtedi, ondan sonra Mutemed, ondan sonra Mutedid, ondan sonra Muktefi, ondan sonra Muktedir ondan sonra darbe oldu iki sefer darbeye uğradıktan sonra Muktedir öldürüldü.
Kahir, ondan sonra Radi, ondan sonra Muteki, ondan sonra Mustekfi, ondan sonra Muti, ondan sonra Tai ondan sonra darbe oldu.
Kadir, ondan sonra Kaim, ondan sonra Muktedi, ondan sonra Mustezhir, ondan sonra Mustersid, ondan sonra Raşid ondan sonra darbe oldu.
Muktefi, ondan sonra Mustencid, ondan sonra Mustedi, ondan sonra Nasır, ondan sonra Zahir, Mustensir darbeye uğramadı yalnız ondan sonra gelen Mustehsim Tatarlar tarafından katledildi ve Abbasilik hilafeti de sona erdirildi. Bundan sonra boşluk döneminden sonra hilafet mısırda başladı. Burada ilk halife Hakim sonra Mustekfi, Vasik, Hakim, Mutedid, Mutevekkil darbe oldu.” (bkn. Suyuti/Tarihul Hulefa, s. 20)
Yakın tarihte de böylesi benzerliklerin yaaşandığı görülmektedir. Tabii zamanla her şey gibi darbe yapma şekli de darbecinin tanımı da değişti. Darbe artık eski üsullere göre yapılmıyor olabilir. Ama değişmeyen şey; her güçlenme evresinde bu coğrafyada yaşayanların önü “darbelerle” kesilmeye çalışılıyor.
Milliyetçilik duygusunu pompalayarak Arapları öncelikle Osmanlıdan koparanlar, sonraları Arapları kendi aralarında da devletlere, emirliklere hatta şeyhliklere ayırarak böylelikle istediklerinde rahatlıkla istedikleri yere müdahale edebilecek manevra alanları oluşturdular. Peki, bunu neden yaptılar? Bunu yapanlar maddeci bir kültürden gelenler oldukları için bu topraklardaki doğal zenginlik ve yeraltı kaynaklarından elbette ki haberdardılar. Ve bunları elde etmenin yolarından en kolayı, bu coğrafyada onların sözünü dinlemeyenleri devirmektir. Darbe yapmaktır.
“İtidal ve orta yolu bulma” medeniyetinden gelen günümüz Müslüman toplumu bir türlü ifrat ve tefritten kurtulamıyor. Şayet ittihad-ı İslamı sağlayarak bu gidişe dur denilmez ve engel olunmaz ise; suyun ve petrolün değeri arttıkçada bu coğrafyada daha çok bölünme ve darbe görülecek ve daha birçok masum insan kanı dökülecektir. Anti-demokratik yollarla Milli İradenin tezahürü olan İktidar nasıl alaşağı edilirin yollarını aramak yerine, biraz daha demokratik adım atması için ne yapabilirizi sorgulamalıyız. Zira gayrı meşru yollarla gayrı meşru işleri ortaya çıkarmak/yargılamak da gayrı meşrudur.