“Bedenimiz bizim bahçemiz, irademiz de onun bahçıvanıdır.
Bahçenize istediğinizi ekebilirsiniz fakat bahçıvanı iyi değilse iyi bir hasat elde
edemezsiniz. İnsanı insan yapan, diğer yaratıklardan ayırıp eşrefi mahlûkat derecesine çıkaran en önemli özelliği, takva ve fücuru, hak ve batılı, maruf ve münkeri ayırt edebilecek olan akla fücuru değil de takvayı, batılı değil de hakkı, münkeri değil de marufu seçtirecek olan bilinçli tercihlerdir. Bu bilinçli tercihler de ancak özgür iradeye sahip olmakla gerçekleşir.
İradesiz bir toplum, iradesiz bireylerin oluşmasına neden olurken, iradesizleşen bireylerin yegâne ürünü de iradesizleşen bir toplum olacaktır. Toplumsal etkenler bireyleri etkiler ve davranışlarının şekillenmesinde rol alır ve unutulmamalıdır ki toplumları oluşturan da bireylerdir.
İradesizleşen veya iradesizleştirilmiş bireylerden bir konuda irade belirlemelerini beklemek doğru mudur? Yani bir şekilde bu duygudan/yetiden yoksun bırakılmış veya bu duygusu elinden alınmış bireylerin iradesi irade sayılır mı? Aynı şekilde kişiliksizleştirilen bireylerin toplumsal problemlerin çözümü hakkında gösterecekleri irade ne denli sağlıklı olabilir? Böylesi bir “Esir İrade” üzerinden verilen yargı, doğru ve sağlıklı bir yargı mıdır?
Günümüzde hemen hemen her konuda anketler düzenlenir ve bu veriler üzerinden toplum şekillendirilmek istenir. Hatta bu veriler üzerinden toplum “mühendisliğine” dahi soyunulur. Toplum bu anketlerin sonucuna göre yönlendirilir ve bu veriler baz alınarak çoğu kez halka sözde adalet, barış ve demokrasi adına “Hukuksal” yaptırımlar da uygulanır. Nitekim bu yöntem çoğunlukla toplumsal ve siyasal meselelerde de uygulanmaktadır.
Ve bu, bir nevi o deneklerin iradesi sayılır…
Fakat iradenin ne olduğunu bilmeden herhangi bir görüşe tavır takınmak veya herhangi bir konu hakkında iradede bulunduğunu söylemek ne kadar doğrudur. Aslında irade bilinenin ötesinde bir şeydir.
İrade: Allah’a atfedilen sübûtî sıfatlardan biridir.[2] Sözlükte ise “istemek” anlamındaki revd kökünden türeyen irâde “Allah’ın emirleri, hükümleri ve fiillerinde hür (özgür) olduğunu bildiren sıfat” diye tanımlanır.
“Kelâmcıların irade tanımı ise şu şekildedir: “Bir zorunluluk söz konusu olmaksızın -yapılması veya yapılmaması- mümkün olan bir hususta iki taraftan birini tercih etmeyi gerektiren sıfattır. Her ne kadar irade fiilden önce geliyorsa da fiil sürecinde de onunla birlikte olan, onunla bütünleşen bir faaliyettir. Bu anlamdaki irade, sadece psikolojik bir fonksiyon yahut meleke olmayıp aynı zamanda bilinçli bir seçme gücü, bundan dolayı da kişiyi davranışlarının sonuçlarından sorumlu hale getiren ahlâkî bir ilkedir.”
Kur’ân-ı Kerîm’de irade kavramı hem Allah’a hem de insana nispet edilerek 139 yerde geçer. Bu ayetlerin önemli bir kısmında ilâhî iradenin mutlak, özgür ve önüne geçilemez olduğu, fakat insan iradesinin Allah’ın sonsuz derecede özgür iradesi tarafından sınırlandırıldığı ve insanın Allah izin verdiği ölçüde özgür olduğu bildirilmektedir.[3] Yani insanın iradesine müdahil olabilecek ve kısıtlayabilecek bir Allah’tır… Örneğin: ‘Biz size yalnız Allah rızası için yediriyoruz. Sizden (ceza) karşılık veya teşekkür beklemiyoruz.'[4] ayetinde işlendiği gibi özgürleşemeyen bireylerin iradesi ne denli makbuldür? Zaten insan bütün eylemlerinde iradesini “Allah’ı isteme” veya “Allah’ın rızâsını isteme” şeklinde tayin etmelidir. Başkasını isteme, başkası adına kullanma veya başkasının rızası için kullanmamalıdır…
Başka bir ifade ile; bir bireyin kendi çıkarı doğrultusunda veya her hangi bir otoritenin menfaatine halel gelmeyecek şekilde iradede bulunması irade sayılır mı?
Peki, bugün söz söyleyenlerin kaçı veya hüküm verenlerin kaçı karşılık ve teşekkür bekleme toteminden arîdir… Söylemlerinden ötürü makamlarından azledilme korkusu veya yükselme beklentisi içinde olanların söylemleri ne kadar etik, hukuki ve bağlayıcıdır?
“Meşşâî filozoflarının yanı sıra Gazzâlî, Fahreddin er-Râzî, İbn Haldun gibi âlim ve düşünürlerin irade hakkındaki psikolojik açıklamaları genel çizgileriyle Aristo’nun, İshak b. Huneyn tarafından Süryânîce’sinden Kitâbü’n-Nefs başlığıyla çevrilen “De Anima” adlı eserinde ortaya koyduğu nefsin güçleriyle ilgili teorisine dayanmaktadır.
Aristo’ya göre hayvani nefsin idrak edici ve harekete geçirici olmak üzere iki esaslı gücü vardır. İnsan nefsinde bunun karşılıkları bilici ve yapıcı güçlerdir. Nefsin hareket ettirici gücü arzudur, bunun şehvâniyye ve gadâbiyye şeklinde iki kolu vardır. Arzu insanı harekete geçiren dinamik ruhî eğilim olup istek, öfke ve iradeyi içine alır. Şevk ve irade birer arzu türünden ibarettir. Buna göre irade akla bağlı olan fikri bir arzudur; şevk ve şehvet ise duyum ve tahayyülden ileri gelir. Böylece Aristo’ya göre irade sonuçta aklın uygun gördüğü hedefleri istemekten ibarettir.” [5]
“Aristo’nun irade psikolojisiyle ilgili görüşleri ilk defa açık bir şekilde Fârâbî’nin eserlerine yansımıştır. Fârâbî’ye göre nefsin arzu gücü bir şeye istek duymayı veya ondan kaçınmayı sağlar. İrade bu arzu gücünden meydana gelir. Çünkü irade duyum, tahayyül ve düşünme gibi çeşitli idrak yollarıyla idrak edilen şeyleri arzu etme veya onlardan vazgeçmedir.” [6]
Bir şeyi bilmeyenler veya tatmayanlar onun hakkında herhangi bir iradede bulunabilirler mi, şayet bir iradede bulunsalar veya bir zorlamayla bu tatmadıkları ve bilmedikleri şey hakkında iradede bulunmaları dikte edilse, bu ne kadar doğru, ahlaki ve bağlayıcıdır?
“İrade, idrak ve arzu gücünün birleşiminden meydana gelir, yani irade kişiliğin bütün bir sentezi olarak ortaya çıkar. Bu anlayış iradenin çeşitli derecelerinin varlığını kabul etmeyi gerektirir. Çünkü algı ve idrak güçlerinin gelişmesi zamana bağlı bir olaydır. Bunu dikkate alan Fârâbî üç farklı iradenin varlığına işaret eder:
a) İrade; başlangıçta ancak duyumdan gelen bir istektir.
b) İstek; nefsin arzu gücü, duyum da duyum gücü ile olur, daha sonra nefsin hayal gücü ve ona bağlı istek gelişir. Bu irade tahayyülden doğan bir istektir. Bu iki iradenin oluşmasından sonra üçüncü bir irade türü doğar ki, bu da düşünme fiilinden gelen bir istek olup ihtiyar adını alır.
c) Şu halde ihtiyar, düşünme ve bilmenin sonucu olduğuna göre yalnız insana mahsus olan irade sadece ihtiyardır. [7]
“Böylece Farabî iradeyi, “idrak edilen şeyi arzu etme gücüyle istemektir” şeklinde tarif etmektedir.”[8]
“İbn Sînâ, arzu gücünün fonksiyonunu kendi içinde “güdüleyici” (bâise: davranışa sevk edici) ve “yapıcı” (faile: fiili bizzat gerçekleştirici) olmak üzere ikiye ayırmış, ondan sonra gelenler de bunu aynen benimsemişlerdir…”
Bundan anlaşılıyor ki irade, bir birey veya otorite değil, bireyin iç âleminde olan duygudur.
Sosyal, siyasal, inançsal olay ve olguların teori ve pratikleri arasında yaşanan çelişkiler neticesinde iç âleminde travmalar geçiren bireylerin iradesinde çelişki, sıkıntı ve tahribatların oluşacağı da inkâr edilemez bir gerçektir.
Not: “Esir aklın iradesi”, iç iradeyi sakatlayan sebepler varsa dış irade geçersiz mi sayılır? Madden ve manen özgürleşemeyen bireyler, özgür akla sahip midirler vb. soruların cevaplarını bulacağınız İRADESİZLERİN İRADESİ başlıklı yazımızın 2. Bölümünde yayımlanacaktır.
{ OHAK-DER YKB M. Burhan Hedbi }