Değerli dostlarım;
Çok acı haberler duymaktayız.
Mehmet Pişkin olayı, Garipoğlu olayı, Nejat Ağırnaslı olayı.
Tikel olaylar ama, belki de ortak bir sonuca işaret ediyor.
Mehmet Pişkin bir görsel not bırakarak, Garipoğlu kendini cezaevinde asarak, Ağırnaslı da Kobane’de İŞİD’e karşı savaşırken hayatını kaybetti.
Belki de farklı bir şey yapmalıyız, “parmak bir şeyi işaret ediyorken parmağa değil, işaret ettiği şeye bakmalı” diyen Fransız atasözünü hatırlayarak, Mehmet Pişkin bu video ile bize ne anlatmak istiyor ya da ne anlatıyor üzerine düşünmeliyiz.
Burada tek tek olaylara değil, parmağın işaret ettiği yere bakacak olursak neler diyebiliriz?
Bu gençler; 20’li, 30’lu yaşlardaydılar…
İlk olay, Cem Gariboğlu.
Hayatında ‘anlamı’ para ile satın alma ilişkisi üzerinden kurgulayan Gariboğlu, içine düştüğü durumun şaşkınlığı içinde parası olanların ve erkek olanların her davranışının anlaşılabilir olduğunu öğrenmişti. Sonrasında içine düştüğü bu yeni dünyada ne yapacağını, nasıl sürdüreceğini bilemedi.
Nejat Ağırnaslı, kendisi ve yaşadığı toplum için en ‘anlamlı’ olduğunu düşündüğü şeyi yaptı. İntihar etmedi ama Kobane’ye giderken ölümünü arka cebine koyup da gitti.
Ve Mehmet Pişkin, 37 yaşındaydı artık ‘anlam’ üretemediği için, bu şekilde devam etmeye isteği kalmadığı için kendi iradesiyle hayatına son verdi.
Pek çoğumuz kasırga karşısında bitkiler gibiyiz. Zayıf kökleriyle sıkıca toprağa tutunmaya çalışan ve insan kalmaya çalışan bitkiler. (“Böyle bir hayat için yeterli donanımım yok” diyor Mehmet Pişkin)
Bir kişinin hayatını sonlandırma kararının karşısına “Yaşam güzeldir, vazgeçmemelisin” gibi sözlerle çıkmak anlamlı olmayabilir.
Bugün ihtiyacımız olan tekil tekil hayatı sevmek, her şeye rağmen üretmeye ve eğlenmeye çalışmak değil, birlikte yeni bir hayat inşa edebilecek anlamlar yaratabilmek. “Anlam” her zamankinden daha çok, bireysel olarak değil kollektif olarak inşa edilebilecek bir kavram bugün.
Dayanışmalıyız. Kendimizi, varlığımızı, doyumlarımızı hep yanımızdakilerle baş başa, iç içe, omuz omuza dahası gönül gönüle duyumsamalıyız..
Bu olmazsa gerisi, mutlak bir yalnızlık, acı ve bir çok üzücü sonuçlar..
Bizler 70’li yıllarda çok dayanışmacıydık, hayatın anlamı dayanışma üzerinden kuruluyordu.
Şiddet içermeyen, cana, mala, çevreye, doğaya zarar vermeyen birliktelikler, dayanışmalar üretmeliyiz, yaşamalıyız..
Bu da arkadaşça, dostça, bilim ve sanat verileri esas alınarak yaşamın o biricik güzelliği içinde olabilir.
Büyük şair Behramaoğlu’nun dizeleriyle noktalayalım çağrımızı:
”
…ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana”
Bize sunulmuş bu eşsiz armağanı dayanışma ile çoğaltıp, topluma daha büyük bir armağan olarak sunmaya ne dersiniz?